Blog Listem

21 Aralık 2018 Cuma

Hangisi Daha Nankörce?

    Bahçelerimiz çiçeklerle bezensin istiyoruz ama kollarımızı kaldırmıyoruz su vermek için. Güneş odamızda dansetsin istiyor perdelerimizi açmıyoruz. Güzeli görmek istiyor, çirkine denk gelme korkusuyla gözlerimizi yumuyoruz. Koşmak istiyor yataktan çıkmıyoruz. Ya bir sonraki adım güneşliyse? Ya bir sonraki durakta gök kuşağı biten gül bahçeleri varsa? Sevilmek istiyor kırılmaktan korkuyoruz. Elindekini kaybetme korkusuyla hayattaki fırsatların yanından gözü yaşlı geçip gidiyoruz. Ya şu an bataklıktaysak ve korkarak teptiğimiz her şey gül bahçeleri vaad ediyorsa kalbimize? Ya karanlığından korktuğun o mağara bir cennete açılan kapıysa? Aşkı reddedip kalbimizi duvarlarla kaplıyor ardından kaderin kapısında sevgisizlikten yakınıyoruz.
    Hangisi daha nankörce?

15 Kasım 2018 Perşembe

Kar Yanığı

    İnsanın kendini terkedilmiş hissetmesi... Gürültüden kaçıp karanlık bir odaya kendini hapsetmek. İçindeki kalabalığın sesinden dünyanın dönüşünü, kuşları duyamamak. Mahmur gözlerle ışıkları incelemek. Kelebeklerin açlıktan ölüşüne asırlarca ağlamak...
    Bir de sızı. Korkaklığına öfkelenip kalbindeki sızıyla öfkeni susturmak... Dağ kokusunu bir tende bulmak... O tene hiç dokunamayacakmışçasına bakmak... Uzaktan yakına bakmak... Bir kalbe bakmak; o kalbe hiç sarılamamaktır kar yanığı. Kış mevsiminde kalbe düşen aşktır kar yanığı.

15 Ekim 2018 Pazartesi

Yanlış Anlıyorsun

    Vur beni. En şiddetli tokadın dökülsün dudaklarından. Ne fark eder? Nasıl duygusuz görünüyor çehrem görsen inanmazsın. Nasıl sel oldu göz yaşları içimde bilsen şaşarsın. Ne bir yol arkadaşım ne bir yolum kaldı. Ne yeni bir yol aramaya ne o bulduğum yolu yürümeye gücüm var. Kendi kalbime yenik düştüm. Kendimi öldürdüm. Kaçacak tek bir delik bırakmadım kendime. Ne sigaramın dumanının ardına saklanabiliyorum artık ne kaçak uykulara kapatabiliyorum gözlerimi. Bu cehennem benim. Kim kendini atar ateşlere bile bile? Buz tutan ruhumu ısıtmakken amacım küllerimi cehennem rüzgarları savurdu. Karanlığa yenik düştüm. Sessizlikte boğuldum. Mağaralarımda nice yalnızlıklar buldum. Geceye sığındım; alacakaranlıklara gebe kaldım. Kendi kendimi doğurdum. Ama ona bakamadım. Onu öksüz bıraktım.
    Vur beni. Nasıl yakabilirsin bir ölünün canını sözlerinle? Hangi sevgisizlik daha hızlı çürütebilir ruhumu? Ya da hangi aşk kurtarabilir artık beni bu karanlık cehennemden?
    Yanlış anlıyorsun. Yaşamıyorum. Öldüm. Bahçem de öldü ardımdan. Kalbini saran papatya kokuları ondan.

10 Eylül 2018 Pazartesi

Acı

    Acıda buluyorum kendimi. Acıda hayat buluyor ruhum. Bedenim zaten bana ait değil. Aynada baktığım vücudum ruhumu örtüyor. Ya da öyle sanıyorum. Bugünden sonra kendimi hata olarak dillendireceğim. Adım hata. Adım acı. Olabildiğince karanlığım. Ben siyahım, ben beyazım, kırmızıyım, maviyim, yeşilim ve daha nicesi. Tüm renklerin anasıyım. Tüm renklerin katiliyim. Bedenimde tüm renkleri yansıtabilirim. Ruhumda ise tüm renkleri emebilecek bir kara delik mevcut. Bir inci kadar beyazım ve yine bir okyanus dibi kadar karanlığım. Sonbaharda sararıp solacak kadar güzel bir yaprağın yeşil kalan son kısmıyım. Sonbaharım ben. Sonbaharın hüznünü hep kalbimde taşıdım. Kış kadar soğuk ruhumla yaz kadar sıcak gülüşler akıtırım gözlerimden.
    Ruhun gri senin. Allak bullak olmuş kalbinden akan donuk gülüşlerini aydınlatmaya geldim. Neden varım? Neden susmuyorum? Neden kolay olan sana bakmamakken gözlerinin nemiyle ilk baharı getirmeye çalışıyorum?
    Ruhun gri senin. Ne baharın gelişini ne kışın sertliğini umursuyor kalbin. Ölmeye yüz tutmuş bahçelerin var. Bak! Duvarları aşıyor papatyalarının kokusu. Ölünce kokar papatyalar. Ne beyazsın ne siyah. Şehrin kadar gri gözlerin. Sahte gülüşlerin yeşertecek sanıyorsun bahçeni. Bak soluyor papatyalar.
    Neden gitmiyorum? Neden susmuyorum?

30 Ağustos 2018 Perşembe

Depo

    Boş ve loş bir depodayım. Bodrum kat. Sağ taraftaki; camı kırık, demir parmaklıkları olan küçük pencereden sızan ışık sayesinde etrafı izliyorum. Yerler ıslak. Tavandan kirli sular sızıyor. Kötü bir insanın kalbi kadar kötü bir koku var. Her yer kan ve pislik. Merhametsiz bir ruh kadar korkutucu. Günahın verdiği özgürlük hissi kadar benimsenmiş bir depo.
    Sol arkamda karanlık koridora açılan demir kapı var. ... Demir değil. Demir kapı benim. Çıkamıyorum depodan. İki adım daha ilerliyorum. Önümde dikdörtgen orta boylarda bir ayna var. Aynada bir ben göremiyorum. Yokum. Önümde üç kişi var. Göremiyorum. Sol arkamda bir kadın. Omzumdan tutmuş içindeki sevgiyi bana aktarırcasına sırtımı okşuyor. Sağa doğru depo genişliyor. Hemen ileride sağda bir kadın daha. Dizlerinin üzerine çökmüş başını yere yaslamış yalvarıyor. Huzurlu görünüyor. İçine giriyorum kadının o bedenden çıkmak icin yalvaran ve çırpınan bir ruhu var. Kendi katili ya da kendi kurtarıcısı olmak için yalvarıyor. Ne denirse artık...
     Saçlarımı kestim. Daha iyi bir idam ipi bulamazdım kendime. Kendi katilim yine ben olacaktım. Olur öyle. Bazen kendi ölümümü tasarlarım. Bazen kendi ölümümü görürüm. Bazen başkalarını öldürürüm. Burası illegal dosyaları kendimce legal hale getirdiğim vicdan azabımı kitleyip çıktığım hapishanem. Burası benim depom.
     Pencereden kalın bir zincir geliyor içeriye. Zincirin kelepçesi boynumda. Zincirlenmișim. Zincirin ucu beni kurtuluşa çağırıyor. Ne var ki yanlış yolda. O bile kapımı kıramamıș. Pencereden gelmiş bana. Işıktan gelmiş. Ama ışığın önü kapalı. Merdivenim de yok. Yetişemem.
     Işık karanlıktan korkuyor. Refah bana gelmek için dara düş diyor. Ne var ki ışık kendini karanlıkla, refah da kendini darlıkla boğmak istemiyor. Depoda yalnızsın.

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Tümör

    Bugün de size okunmayan diğer yazılarım gibi uzun cümleler dolu bir yazı bırakacağım. Ama bugün anlaşılmaz duygularım ve fikirlerimle harmanlanmış zor paragraflar vermeyeceğim size.
 Bugün konum KANSER. Yani yeni yüzyılın vebası. Yani yeni tutsaklığımız. En büyük soğuk savaş. En büyük kayıplar. Dikenli yollar demiyorum size. Mayınlı uçsuz bucaksız bir arazi.Bedeninizin herhangi bir yerinde görünen ve ölümsüzlüğünü ilan etmiş, tüm bedeninizde, kemiklerinizde, iliklerinize hissettiğiniz kuruyan bir ağaç sancısı.Sizi yok etmeye yemin etmiş bir provokatör ve vücudunuzdaki bu teröre karşı açtığınız dava. Davayı kazanmak zor ama imkansız değil. İlaçlar, ameliyatlar,  hiç bitmeyeceğini sandığınız o kontroller ve hastane sıraları. Hastane koridorlarındaki kokular...
    Ve onkoloji... Adımınızı ilk attığınızda sıralı koltukları kitlenmiş bir şekilde izleyişiniz... Umut dolu birçok insan ve yine o koku... Bebeğinden yaşlısına sizden iyi ya da kötü durumda olan onlarca insanla tanışacaksınız. Ve daha tanışmadığınız bu durumda olan binlercesi. Hepsiyle bir bağ var aranızda. Ne olduğunu çözemediğiniz ve asla çözemeyeceğiniz bir şifa ve umut bağı. O koltukta damarınızı yakarak ilerleryen ilaçları kenara bırakıp, kendinizden uzaklaştığınızı ve başkalarının hayatına dahil olduğunuzu gördüğünüzde farkedeceğiniz bir bağ.
    Kemoterapi vücudunuzu kanserden; sıralı koltuklardaki sohbetler ve dertleşme seanslarıysa kalbinizi nefret ve kinden arındıracak. Çok ufak bir bebek seveceksiniz orada.Belki bebekleri sevmeyen bir insanken o miniğin iğnelerle dolu kollarıyla hayata sarılışına hayran kalacaksınız. Ve bir parça temizlenenecek içiniz.Yaşlı, hasta bir adamla sohbet edeceksiniz o odada . Elinde o adamdan başka bir şeyi kalmamış yaşlı bir kadının aşkı için döktüğü gözyaşlarını sileceksiniz. Ve bir parça daha temizlenecek içiniz. Saçları olmayan bir kadınla sohbet edeceksiniz. Dünyada gördüğünüz en güzel ve alımlı kadın olacak sizin için. Hastalığı yüzünden işinden kovulmuş ve eşi tarafından terkedilmiș bir kadın siz kara kara düşünürken size akıl verecek. Bu sefer o sizin göz yaşınızı silecek. Güçlü olmanın ne olduğunu öğretecekler.   
    Aydınlanacaksınız. İşte diyeceksiniz. Bu hastalık böyle yenilir!

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Sevda Ticareti

    Kaç nefes kaldı ölüm denen derin kanyona? Kaç saniye geciktirir sevdanın hatrı nefesimin kesilmesini?
    Ölüm kadar gerçek, yaşam kadar diri gözlerindeki tebessüm. Hadi bana ellerini uzat. Göçmen bir kuş varsay beni; vakti gelince sıcak diyarlara uçacak. Vaktim daralıyor. Fırtına kopmak üzere. Sevda denen o dağın zirvesini görmeden göçmek istemem. Hadi bana ellerini uzat. Ellerin bir hayli soğuk. Zirvedeki karlara dokunmuş gibisin. O halde hadi bana zirveyi göster.
    Sessiz bir küfür duydum kulağıma fısıldanan. Derin bir baş ağrısıyla uyandım o derin uykudan. Gözlerimden beynime, kalbime kadar sızlayan hançer yaraları. Hakkım sandığım ellerin şimdi nerde?
    Bana birkaç nefes ekle. Bana bakir bir aşk ver. Bana biraz zaman ver. Kalbime sevginden ekle. Sevda ticaretinde mağlup edildim. Canımı yakmıyor artık vicdan eksikliğiniz. Kanatmıyor içinizden akıttığınız o sıcak lavlar. Zararımı gidermeden göçmek istemiyorum yalnızca. Bana bakir bir aşk ver.
    Bana biraz bahar daha lazım. Kaç nefes kaldı ölüm denen derin kanyona? Kaç saniye geciktirir sevdanın hatrı nefesimin kesilmesini?

26 Mart 2018 Pazartesi

Çağrı

    Tüm çıplaklığıyla karşımda bu gece ölüm. Gel, diyor. "Aradığın o şefkat; O'nu senden aldığım günden beri seni bekliyor. Gel." Ne naif bir çağrı. Sonsuz bir uyku ve sonsuz bir uyanışa davet. "Dilediğin kadar karanlık, dilediğin kadar aydınlık bende. Gel."
    Yollarım ardına kadar açık. Kapıyı ilk çalana yapılabilecek en güzel sürpriz. Beklenenler gelmiyor, arananlar bulunmuyor ve zihnim gittikçe bulanıyor. Kaskatı bir kalple gidersem ölüme, vardığım yerde seni bulduğum gibi sevebilir miyim tekrar? Ya sen tutar mısın elimi? Siyah geleceğim sana. Beyazlatır mısın beni? Üstüm başım kir içinde. Temizler misin evinin önünden akan o tertemiz ırmakta beni? Uzun zamandır su içmedim. Şarabından akıtır mısın dudaklarıma?
    Korkuyorum. Ölümden değil. Karşına geldiğimde beni sevmemenden. Her karanlık varır elbet aydınlığa. Ama sevgisizlik, öfke daim kalıyor. Ya tutmazsan ellerimi uğradığımda bahçene. Davet etmez misin beni evine? Kalmama gerek yok. Misafirin olsam da olur. Bana bir ağaç gölgesi ver yanında yeter. Dilediğince sularım gözyaşlarımla. Akıtmadım bu iğrenç dünyaya hiçbir damlasını hepsi sana kalsın diye.
    Tüm asaletiyle karşımda ölüm bu gece. Bense aciz bir bedenim. Yardım et bana bu gece.

Bir Varmış Bir Yokmuş

    Varoluş... Ve o varoluşun getirdiği yok etme dürtüsü. Hiç bitmeyecek sanılan tebessümlerin sonsuza kadar yok oluşu... Bir varken bir yok olmak... Çocuklara anlatıldığı gibi... Bir varmış bir yokmuş.Yanlış. Bir varlıktan arda kalan koca bir yok oluş bu. Bir varlığın yok edilişiyle beraber toplu ruh katliamı. Bir varken bir yok olmaz. Bir gidenin ardından tüm evrenin yok oluşudur olay. İdrak etmek çok zor. Son bir defa elini tutabilmek için tüm kalbinizi verebileceğiniz o ruhun artık olmayışının idrak edilmesiyle varlık kavramını komple yok etmek, tüm dünyayı hatta evreni öldürmektir yok oluş.
    Sonsuzluk... Kimi sevdiğinin gözleriyle tanımlar sonsuzluğu, kimi fizik teoremleriyle kimi yaratıcıyla ve ruhla. Yanlış bu kanunlar. Yalan tüm kuramlar ve hipotezler. Herkes kendi sonuna dokunana kadar sonsuz. Masallar mutlu son gelene kadar, yapraklar solana kadar, nefes kesilene kadar, dünya durana kadar, acı alışıp unutulana kadar, mutluluk ilk göz yaşına kadar sonsuzdur. Peki ya yaşam? Nefes kesildiği an mı biter, senin için gözyaşı döken kalmadığında mı? Adını ağzına alan kimse kalmazsa bu evrende işte o zaman.
    Sonsuza kadar yaşatabilirim seni. Nefesine dokunamam, nefesine karışamam. Ama sonsuza kadar yaşatabilirim seni. Saniyeler arasındaki o sonsuzluğa sıkıştırabilirim adını. Ve o sonsuzlukta dilediğin kadar ağlayabilirim senin için. Sıfırdan başlar bire gelene kadar, o lanet virgülden sonrasına sonsuz sayı ekler ve dilediğince göz taşı dökebilirim uğruna. Zamanı durdurmak değil yanlış anlama beni. yanlış anlaşılmak değil niyetim. Hep yanlış anladılar beni. Sen anlama. Sonsuzluktan bahsediyorum. Sıfırdan bire geçememekten; orada kalmak, seninle birlikte yok olmaktan ve sana ulaşmak için katedeceğim o sonsuz yolda, sonsuz göz yaşı dökmekten; kederlenmekten bahsediyorum. Zor değil benim için. Varlık yokluğun aynasıdır benim gözümde. Ve sen benim en güzel yansımamsın yeryüzünde inan.
    Kaderle keder arasında yalnızca bir harf var. O bir harf ise milyonlarca acı demek. Sen gibi, ben gibi... Birle sıfır arası gibi sevgilim. Kaderden kedere atlattılar. Ve kederden kaderime geri dönmem, sana geri dönmem yalnızca bir saniye, yalnızca bir harf lügatımda. Sözlüğümün sınırlarına ulaştığı fikrindeyim. Bırak sınırları aşıp yanına geleyim. Kederimi sonlandırıp kaderime dokunayım.


    Sonumuz gelsin. En güzel masalım... Sonsuzluğum bitsin mutlu sona dokunayım.

10 Mart 2018 Cumartesi

Nasılsın Kadın

Unutmak değil. Hatırlamamak mümkün kılınan bana. Silinmiyor hiçbir yara izi. Benim yaptığımsa dönüp bakmamak oraya. Parmak uçlarımda hissizleșmiș acılarımın hatıraları. Ne yazık ki her dokunduğumda, parmak uçlarım kanıyor. Yara izlerimse mütemadiyen sakin.
    Neşesiz bir tebessüm ediyor çehresi yorgun kadının. Soluklan, burası uçsuz bucaksız korku tüneli! Bulursan çıkışı ki zor, belki korkularından arınabilirsin, bir acı daha eklemek şartıyla kafa kağıdına.
    Her korkuya bir acı düşüyor. Nasılsın kadın? Yorgunluk seni güçlü kılıyor. İnsan unuttukça mutluluğa varır sandın. Unutmayı bakmamak varsaydın. Bakmadın. Şimdiyse dokunduğun her yara izin parmak uçlarını parçalıyor. Senin dileğin zamanı yok etmekti. Varlığınsa sana koca bir hafıza kaybıyla cevap verdi. Bakmadığın her hatıraya sebepsiz ve acı verici binlerce kan damlası düşüyor. Nasılsın kadın? Dokundukça kanayan parmakların izerinde hissizliği mümkün kılıyor.

1 Mart 2018 Perşembe

Düş Sokağı

    Her şeyin başlangıcı olan gecelere, bir gün veda edecek olmamın gerçekliğiyle yüzleşerek bitiriyorum bu geceyi. Hiç aşık olmadım. Hiç cinayet işlemedim. Her şeye başladım. Asla bağımlı kalamadım. Başlangıcı olan her şeyin sonunu gördüm.
    Herkese iyi geceler "Düş Sokağı" sakinleri. Çok da yükseklerde olmayan balkonumdan ışığı açık ya da kapalı pencerelerinizi seyrediyorum. Her şeyin başlangıcı olan gecelerle bitiriyorum elimden az önce bıraktığım kitabımı. *"Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım! Ancak hala hayattayım."* Bunu söylüyor Kinyas. Böyle değildi. Yavaş yaşadım. Olabildiğince uzun çektim her acımı. Ancak zamanı durduramadım. Olabildiğince hızlı yaşlandım. Belki de çürüdüm. Kim bilir belki hayattayım belki de yanılıyorum.
    Gündüz vurduğunda yüzüme koca bir siktir çekip acılarıma, devam ettim gülüşlerime. Güneş terk ettiğinde penceremi, tüm acılarımdan özür dileyip yatağıma aldım onları. Ne kadar yavaş olunabilirse o kadar yavaş seviştim her yaramla. Hepsi beni ben yapan körleșmiș hançerlerdi. Her gece tekrar tekrar sapladım karın boşluğuma hepsini, unutmamak için benliğimi. Her acıma sadık kaldım. Hiçbir gözyaşımı boşa akıtmadım. Her damlasını içimde sakladım. Acılarımı o yaşlarla yıkadım kirlenmesinler diye. Çığlık atamayacak kadar gergin o ses tellerime astım hepsini, orada kuruttum. Kadınları resmettim her gece. Yatağımın yanına, duvarlara astım. Her gece o kadınlarla dertleştim. Her birini tek tek ağlattım benim yerime. Kendimi resmettim. O'nu ağlatmadım. Ne kadar kin ve öfke doldurulabilirse bir kadının gözlerine, o kadar doldurdum. Ama asla ağlatmadım.
    Şimdiyse perdeli, perdesiz, kokuşmuş ya da ferah odalarınızı seyrediyorum. Kalplerinizi, acılarınızı, aşklarınızı, mutluluklarınızı hayal ediyorum balkonumda.
    Kaç kez kirlendiniz? Kaç kez kirli gözyaşlarınızı akıtarak temizlenmeye çalışmak gibi boş çabalara giriştiniz? Kaç kez başarısız oldunuz?
    Ziyanı yok! Herkese iyi geceler "Düş Sokağı" sakinleri.


    *Hakan Günday-Kinyas ve Kayra

28 Şubat 2018 Çarşamba

Kurşunum Bitiyor

    Karmaşık intihar mektupları biriktirdim aylarca, yıllarca arkamda. Ne okuyan vardı ne anlayan. Her cümlem tehditti ruhuma  Başarılı bir intihar eylemi gerçekleştirdim. Ne sevgim kaldı geriye ne tebessümlerim ne ruhum ne de inci.
    Boş bir bedenle ne kadar ilerleyebilirim? Kaç nefes daha kaldırabilir ciğerlerim? Kaç bahar kokusu daha soluyabilirim? Uzay boşluğu kadar boş zihnimle,  kaç mutlu anı daha yakalamaya çalışıp boş ellerimi seyredebilirim?
    Duyguları alınmış, ruhsuz ve boş bir bedenden söz ediyorum sizlere cümlelerimde. Sizin için birkaç cümle, hece, harf ve nefes. Bense asırlardır ölüyorum. Ademdendir benim acım. Var olmanın sonsuzluğa giden yolculuğundandır yaram. Yaradanın açtığı yaraya merhem bulamamak derdim. Dertlerin en küçüğü bazen. Bazense kapatılması imkansız derin çukur...
    "Cehennemi ruhu hala üşüyenler için istiyorum." yazan bir kitabın satırlarından sesleniyorum size. Ruhumu soğuk gecelerde kaybettiğim için mi bu kadar yaşıyorum cehennemi bu dünyada?
    Kurşunum bitiyor. En az ruhum kadar... Neyse.

Kalanlar

    Hiçbir yağmurun seni ıslatamadığı, dolular düşerken, toprağa varana kadar yok olduğu kurak çöller gibi kalbimin içi. Anlatabilir mi milyarlarca sıcak kum tanesi acımı bilmiyorum. Ben bile bilmezken beni kim görür, kim anlar kavruk yüreğimi, kaynar kalbimi? Ruhumun çöllerinde atarken adımlarımı, yanan ayak tabanlarımın acısı çok değil derinlerimdeki sızıdan. Kasvetli bir baharım ben. Karamsar ruhlarla dolu yine yapayalnız ruhum. Diriler mezarlığı içim. Kaç yürüyen ceset var içerimde? Kaç mezara bedel gülümseyen kanlı canlı bir ceset? Kaç cesede eşdeğerim? Kaç ömre bedelim? Kaç atomdan oluşuyorsam o kadar beterim. Kime gösterdim sıcak gözyaşlarımı? En son ne zaman attım içten kahkahamı?
    Yürüyorum. Ayak izlerime bakıyorum gerimde. Kanlı yolları seyrederek yürüyorum. Saçlarımı yolmam, yakmam, kesmem, yok etmem için yeterli bir sebep saçlarıma düşüp ruhuma işlemeyen her yağmur tanesi. Yıllarca içimde biriktirdiğim gözyaşlarım geçer mi bu zamana kadar toprağa kavuşmuş yağmurların miktarını?
    Sorular çok fazla. Can yakan soruların menfaatçi cevapları... Asla! Asla hiçbir cevap doğru değil! Gerçek değil hiçbir tebessüm. Kaf dağının eteklerine kurulmuş o çiçekli çiftlik yolundan gelen at arabasının arkasına atılmış çiçek ve kahkaha dolu çuval kadar gerçek ancak bir mutluluk. Canına kıyanlar var mutsuzluktan. En az mutsuzluktan ölenler kadar dertsizlikten ölenler  var. Gamsız ve arsız intiharlar var. Tasasızlık da bir tasa. Ve ben intiharı böyle bir dertten düşünmek isterdim.
    Yalnızca çarşafını ısıtmak için kullananlar var aşkı. Bir kadının yahut adamın saçını okşamanın verdiği huzuru hayal edemeden sevdayı yaşadığını sananlar var. Mezarları boş mermeleri dolduran topraklar sananlar var. Bir gözyaşının altı ayda üretildiğini, gözden çıkarkenki sıcaklığını bilmeden hunharca ağlayan dertsiz dertliler var. Kalbi yarasızlar var. Diz kapakları hiç kanamamıș kansızların, nedensiz ve şımarıkça döktüğü yaşlar var.
    Arkalardaysa kalanlar var. Hiç dizi olmamış çocuklar... Hiç gözyaşı dökememiș, paramparça kalpleri olan insanlar... Hangisi daha karanlık? Kimin ruhu daha güzel kokar? Hangisi daha çok hak eder ölümü? Peki hangisi daha hızlı koşar ölüme? Ya da acıya kalır yürekleri sonsuza kadar?
   Arkadakiler... Kalanlar...

Şehrime Uğra

İçimde saçma bir yıkım var. Yıkık dökük bir şehir var. İçimde hiç yitmeyen bir acı var.
   Acı üzerine konuşmak gerekirse sevgilim. Seni özlüyorum ve seviyorum. Henüz tanışmadık. Hiç bitmesini istemediğim bir sevgi besliyorum sana karşı içimde. Asla karşıma çıkmama ihtimalinin acısını çekiyorum. Kimseyi sevemeyecek olmamın ve bu yüzden içimde hep bir boşluk olarak kalmanın korkusunu yaşıyorum. Hep bir boşluğa aşık kalacak olma ihtimalimle ölüme terkediyorum kalbimi belki de.
   Yıkık şehrimse denize açılıyor. Surlarımla kaplı şehrimden bahsediyorum sana. Ya da kendime... Surlarımda açılmış deliklerden bakıyorum denizlerime. Dokunamıyorum bana ait sulara. Islanamıyorum. Ve hep kirli kalıyor şehrim. Yani bedenim... Dayanılmaz zihin bulanıklıkları yaşıyor halkım. Hep bir sevgi eksikliği, kin ve öfke hakim şehrimde. Şehrime uğra bir kervanla beraber. Hanlarımda uğurlarım seni. Yıllanmış şaraplarımı tattırırım tüccarlarına. Ya da sana... Savaşçılarımın merhamet dolu kalplerini izlersin. Dansçı kadınlarımı sunarım saçma sapan dünya eğlencelerine düşünsen.
    Bilmiyorum dokunabilir misin ruhuma. Ama mutlaka uğra şehrime. Hanlarıma. Saraylarıma, odalarıma, odama... Ya da kalbime... Mutlaka uğra kalbime.

25 Şubat 2018 Pazar

Ruhunu Dizlerime Yatırdım

   Her gece yarısı annem  uyuduğunda ruhunu dizlerime yatırım. Saçlarını okşarım. Annemin ruhunu beslerim  içimdeki meyve ağaçlarının altında, toprağa düşen meyvelerle. Annemin annesi olurum her gece. Her annenin annesi olurum kendimce. İçimde asla anne olamayacak oluşumun acısını dindiririm. Tüm annelerin içine sinmiş toprak  kokusunu çekerim içime. Merhaba anne. Ben doğurdum seni. Ben verdim analığın o sonsuz masumiyetini kalbine. Ben doğurdum seni. O ruhundaki kız çocuğuna ben verdim annelik sevincini. Yine ben yaşattım sana bir evladın, baba acısı çekerken yaşadığı acıyı sana. İçindeki baba acısını, tekrar yaşattım sana gözyaşlarımla. Her kız çocuğu annesinin kaderine mi mahkum yoksa ben sen olduğum için mi böyle acınası gözyaşlarımız kızım? Ben bir eş kaybettim seninle beraber kızım. Bir baba, bir dost, bir sevgili, bir eş. İlk aşkın ölümünü tattım seninle. Bir daha asla aşık olamayacak bir kız çocuğu kaldı benden yine bana. Topraktan asfaltlara kaçtım saatlerce. Kendimi bulduğum yer yine toprak, yine mezarlık... Toprak kokusuna aşık olmak... Böyledir bu. Ne kadar kaçarsan kaç kendini kaçtığı noktanın etrafında dönerken bulur insan. Kaçtığın, kaçtığım yerdeyim. Mezarlıkta, hatta belki mezarda. Dizlerimde uyutuyorum seni anne. Dizlerimde huzurumdan kopardım saçlarına takıyorum kızım. Küçük bir kız çocuğusun sen. Masumiyetini asla kaybetmemiş, benim gibi olmamış, hiç kirlenmemiş bir kız çocuğusun. Sen bir kurbansın. Beni var etmek için acılarla pişmek için bu çukura atılmış bir kurbansın. Ruhunun tüm bakireliğinin kokusuyla uyuyup uyanmak için, gözlerini her açtığında o saflığın kokusunu dünyaya hatta evrene yaymak için seçilmiş bir kız çocuğusun. Benim için fazla masumsun. Bu yüzden sahte tebessümleri maske edinmek senin harcın değil. Bu yüzden seni doğuran benim kızım. Sen ne kadar temizsen ben o kadar kirliyim. Kirli annelerin çocukları masum olur hep. Dünya böyle adi bir yer kızım. Bu yüzden seni doğuran benim kızım, sen ne kadar acı biriktirdiysen içinde ben o kadar kararttım içimi senin yerine. Bu yüzden her gece umutları taktım saçlarına uyurken sen dizlerimde. Yeter ki sen kirlenme kızın gibi diye. Sen ki toprak ananın en sevdiği kızı hep böyle kal. Hep böyle kal ki toprak hep Nesrin koksun seninle.

19 Ocak 2018 Cuma

Piç Yığını

   Her gün,  her şey en az bir önceki gün olduğu kadar ölüyor. Geri alınamayacak zamanın,  kaybedilen mutlulukları  geri getiremeyeceği gibi,  geri verilemeyecek ömürlük pişmanlıklar yaşamış zihinler ve bedenlerle dolu bir çukurda kalakalmak...  Dayanılmaz zihin bulanıklığının sonucu gibi yaşam. Belki bir mezar başında ağlarken o varlığın  ani yok oluşunun yükünü taşımak varlığı sorgulamaya neden. Zamanın kirli tırnakları arasındaki milyonlarca pisliğin küçük zerreleriyiz yalnızca belki. Belki yaratıcının toprağa bir emaneti, belki yalnızca bir şizofrenin krizlerinin ayrı parçaları. Her birimiz ayrı sokak tabelalarıyız. Her şeyi olan hiçlerden ibaret et parçaları ya da hiçbir şeyi kalmamış kaybetme korkusunu unutmuş piçleriz. Tek gerçek var hepimiz bir parça sahipsiziz.

1 Ocak 2018 Pazartesi

Sıradanlığın Acısı

Eline dünyaları sığdırabilecek kadar küçük çocukların, büyük yüklerle olgunlaşmasını reddetmem bu dünyanın ve insanoğlunun bana olan düşmanlığının sebebi. Takvimden düşen bir yaprağın getireceği mucizeleri reddetmekti zamana karşı tepkim. Asırlardır süregelen gün doğumları ne gibi güzellikler verebilirdi tüm karanlıklara rağmen. Geceler karanlıkları gizlemekle mükellefti. Gün doğumları iğrençlikleri apaçık yapabilecek cesareti olan iğrenç varlıklara aitti. Geçen her yıl dönümünde, bir sonraki yılın birkaç rakam yüzünden daha güzel olmasını beklemek ve dilemek kadar saçmaydı,  gündüzlerden mucizeler beklemek. Sahipsiz çocuklar hala sahipsiz, kötülükler hala revaçta.
   En içten kahkahamı attım ilk karanlığa tanık olduğumda. Karanlığa kalan insansa, içinde yaşayan dünyanın iyiye mi kötüye mi ait olduğu açığa çıkar. Benim dünyamda her şey karanlık kadar kötüydü. Kalbim kötü,  ellerim kötü, ruhumsa büsbütün karanlığa teslim. Mezarlıklar evim, içi oyulmuş ağaç gövdeleri sığınaklarım, yıkılmaya mahkum terkedilmiș gecekondular uğrak yerlerim. Korkusuz bir ruh bir o kadar da korkak zihin elimde avucumda olan tek miras karanlıktan bana.
   Kendinden korkan, cenneti düşlerken cehenneme koşan bir celladın ruhu aynanın karşısında bana bakan. Ruhu üşüyen bir kız çocuğunu cehenneme götürecek kadar kötüyüm. Ruhunun o kız çocuğunun ruhuna bağlı olduğunu unutacak kadar ahmağım. Karanlıktan tek başıma çıkamayacak kadar aciz ve güçsüz olduğumu bildiğimden o karanlıkta avlanıyorum. Avlarımı karanlıktan aydınlığa giden yolda yürümeye cesaretlendirerek ışığı bulaştırıyorum ruhuma.
   İçimdeki kızı yakarak öldürüp acımdan zevk alarak küllerimde kayboluyorum. Buysa tastamam sıradanlığın acısı.