Blog Listem

4 Aralık 2019 Çarşamba

Günebakan


   
"Genellikle her çiçeğin bir hikayesi bulunur. Ayçiçeği de bunlardan biridir. Bir zamanlar köyün birinde bir kız yaşar. Güneş her gün  gökyüzünden geçerken, köylü kızı güneşe aşık olur. Çok utangaç ve güzel olan köylü kızı aşık olduğunu güneşe söyleyemez. Sürekli sabahtan akşama kadar güneşe bakar. Ve zamanla ayçiçeğine dönüşür. Köylü kızı güneşe olan aşkından ayçiçeğine dönüşmüştür. Mitolojik olarak farklı hikayeleri bulunan ayçiçeğinin bir diğer hikayesi de şöyledir. Mitolojik dönemlerde, Apollon yani güneş tanrısı kırlarda gezerken, bir kızı görür ve ona aşık olur. Daha sonra kız da Apollon’a âşık olduğunu fark eder. Uzun bir süre birlikte vakit geçiren aşıklar, Apollon’un birden nedensizce ortadan kaybolmasıyla son bulur. Kız öyle aşık olmuştur ki, dizleri üzerine çökerek tanrıya yalvarır. Bunu duyan tanrı, kızı günebakan çiçeğine dönüştürür. Böylece gündüz ortaya çıkan güneşe dönük ayçiçeği, akşama kadar güneşi seyretmektedir. Akşam olduğunda ise, boynunu bükerek, güneşin tekrar çıkmasını sabırsızlıkla beklemektedir."
    Mitolojik toplumlarda umudun aşkın simgesidir güne akan. İmkansıza rağmen imkansızı sevmektir. Hala devam ettiği gibi günebakanın başı göğe baktığı sürece umudun var olduğuna ve zenginliğin geleceğine inanılır. Latince " Dum Spiro Spero." cümlesi (Nefes aldığım sürece umudumu kaybetmeyeceğim.) köylü kızın sevgilisi Apollon ardından söylediği ve bize miras kalmış bir cümledir.
 
    Ve gelelim asıl hikayeye. Geçmişten beri uğursuzluk getirdiğine inanılan kara kediyse ay çiçeğine hayrandır. Zarifliği ve aşkına sadıklığı, sevgilisini göremediğinde büktüğü boynuna aşıktır. Işık ve karanlığın aşkıdır, imkansızlığın olmadığının tanımıdır kara kedinin ay çiçeğiyle aşkı. Güneş battığında boynunu büken her ay çiçeği bir kara kedi için yas tutar. Özgür her bir kara kedi umuda sevgilisi ay çiçeği için koşar.
 

5 Kasım 2019 Salı

Rüzgar Kokumu Yüzüme Vuruyor

Kaybolmuş dünyada kendini bulmayı uman bir avuç insan. Varlık gerçek mi? Yoksa gerçek olan yokluk mu? Hiçlik bu kadar varken yokluğu savunan şey nasıl olur da yokluğun varlığına dair bir kavramı bünyesine dahil edebiliyor?

Bir anda avcumdan kayıp gidecek, sonsuza kadar yokluğa uğurlayacağım her şeyin var olması için bu sarfetiğim çaba ne için?

Varlığından habersiz olduğum bir anda karşıma çıkan ve varlığını tattığım her anı ve zevki yokluğa uğurlamaktan korkuyorum. Yokluğundan bihaberken de yaşadığım şeyi neden şimdi kaybetmekten bu denli korkuyorum?

Bu zamana kadar hiç yürümediğim bir yolda yürüyorum. Binlerce sokağa girdim, ışıkları yanan binlerce evden binlerce insanı seyrettim karanlık sokaklarda. Neden bu yol bu kadar ben kokuyor? Rüzgar kokumu yüzüme vuruyor. Sokak benim gibi. Sanki yolun sonu yuvama gidiyor. Dikenleri bile gül kokuyor. Ardımda kan izleri bıraktım. Ayaklarım kanıyor. Çimenler kırmızı artık. Pabuçlarım gibi... Kırmızı... Kan...

Kusursuz bir düzen içinde sanar insanoğlu bedenini, zihnine rastlayana kadar. Dikenlerden kurtulsam, sokaktan uzaklaşsam yaralarım iyileşecek gibi. Ne var ki evim sensin. Döktüğüm her damla kan acınla aşkımı eşdeğer kılıyor.

26 Eylül 2019 Perşembe

Lanetli Kubbe

Ciğerlerinizdeki havanın teneffüs ettiği her zerreyi parçaladığını hissettiniz mi hiç? Ya da gök kubbe her an başınıza çökecekmiş gibi, hayatınız her an çökecekmiş gibi oldu mu? Hiç ölü hayal ettiniz mi kendinizi? Kendi cenazenize katıldınız mı düşlerinizde. Kalbinizi sevgisiyle fetheden insanların cenazenizde bir damla göz yaşı dahi dökmediklerini hayal edip kendi kendinize korkup ağladınız mı?

Kalbiniz acıdığında tek başına dindirmek zorunda kaldınız mı? Boğazınızda yutkunamamanıza sebep olan o yumruğa en sevdikleriniz mi sebep oldu? Tahammülsüzleştiniz mi kendinize, sevginize, hayata, kalbinize ve içindekilere. Ruhunuzu bağladığınız insanların nefret dolu bakışlarına, seslerine hakaretlerine ağlamamak için gözlerinizi oymak istediniz mi?

Tanrım öyle çöksün ki gökyüzünün çatısı yer yüzünün bin kat altında da olsam zerrem bulmak ve dokunmak nasip olmasın insanoğluna.

    21. yüzyılın 21 kere lanetlediği 21 yaşında bir kadındım. 21 kere doğuruldu insanoğlu. Bir kere insan olmayı başaramadı. 21 kere yüz yıl çökertti bir kere tek kubbe altında seviştiğine sadık kalmayı beceremedi. 21 milyon yıl sevgiyi öğrenemedi. Öyle kibirliydi ki insanoğlu onu yaratanı bilerek kendi yaptığına tapmak dışında bir tanrıya tapmayı bile reddetti.

20 Temmuz 2019 Cumartesi

İstek Arzu ve Yokluk

Ben orada olmak isterdim. Anlaşılmak isterdim. Hep ve sonsuza dek. Sonsuzlaşmak isterdim, sonsuzlaştırmak... Tek yolu bir kalpte yaşamak ve o kalpte yolculuk yapmak ölüme dek. Ruhum hep var olacaktı, kalbinde sonsuzluğumu ilan edebilseydim. Hiçbir yolu yok. Varlığın da yokluğun da bir anlamı yok. Hissizlik ve hissetmenin verdiği inanılmaz acı aynıymış. Kalpsizlik de sevmek de aynı ıstırabı yaşatıyormuş ruha.
Yaşadım, nefreti gördüm, sevgiyi tattım, aşkı yaşadım... Yalnızlığı iliklerime kadar hissettim. Hiçbir el yok edemiyor yok olma tehlikesini. Herkes bir gün yok oluyor. Toprak sulara sular göklere karışıyor. Hiçbir şey daim değil bu dünyada. Ve ben yok edilmenin tehlikesiyle yüz yüzeyken seni sevmiştim.
Karanlık... Tek ve daim tek varlık. Asla yok edilemeyen.

18 Nisan 2019 Perşembe

Gecikme

    Buraların zannımca hiçbir kıymeti kalmadığı vakit anlaşılırsa değerim? İşte ben en çok bu mevzudan ürküyorum. Zira mezar taşı soğuk, toprak ıslak.  Kalbimse sevgiye muhtaç, kuru ve sıcak.  Yaşarken anla beni, yaşarken sev.
Nefes alıyorsun. Hissedebiliyorum. Bu hala umut var demektir. Umudun  varlığını bana öğreten kişisin. Umudu alma avuç içlerimden. Dokun. Dokun sevgilim. Ömrümce sevdim bu dünyayı, ömrümce nefret ettim insanlıktan. Ama bak ellerime. Ellerim ömrümde ilk kez bu kadar sıcak ve kırmızı. Yalnız bu bile senin aşkına kanıttır lügatımda.

Pejmürde

    Yakamoz mu bu gözlerimi kamaştıran titrek aydınlık; ay ışığının göz bebeklerine vurunca yüzüme çarpan aydınlığı mı? Tükendim ve biriktim. Zira zulmani bir dünyam var benim. Bana gözlerini kapatma sevgilim. Geçmişimde bırakamadığım ağırlıklar var yüklerimde. Atılacak ne varsa çöpe, silinecek ne varsa izlerimden beraber silelim. Akıl almaz yalnızlıklarımla geldim sana çevremdeki tüm kalabalığa rağmen. Süslü cümleler öğretmedi dünyam bana. Yetemiyor sözcüklerim ve sözlüklerim bir insanı sevmeyi anlatmaya, bir baharı öğretmeye hissiz ve yaşlı bir çocuğa. Anlattığım kadar yaşlandım. Yaşlandığım zamanlarda çimenlerde kırlarda uyuttum ruhumu. Her gece uyumadan önce sigarayı bıraktım. Her sabah güneşe karşı bir sigara daha yaktım. 

    Aydınlığına bir tabir bulmak güç. Hiçbir şiir kitabında rast gelemedim gözlerindeki kahverenginin o güzel tonunu tarif edebilecek şiire. Zahir ve saf bir aşk besliyorum içimde sevgilim. Lebimde bir busedir aşkın belki. Belki bir tenvir belki bir teskindir bu karanlık ve sancılı ruhuma aşkın. Bir ışık huzmesi senin tebessümün ve ben böyle bir aydınlık görmedim çeyrek asırlık ömrüm boyunca.  Tanıdık bir üzüntü taşıyorum aslen içimde. Pejmürde bir kadındım hep. Toparlayamadım içimi. Bilirsin sevmem dağınık dünyayı ; bilakis içerim yeterince dağınık. Toparlayamadım. Sana geldim nehar gözlüm. Ne vakit kırıldımsa sustu naçiz gönlüm, ne zaman ağladımsa utandım. Erken kaybettim. Dokunduğum nem varsa tezden gitti ellerimden. 
    Sen gitme. Kırma, ağlatma nevmide kalbimi. Sürgün etme beni. Gidecek ne bir toprak parçam var ne adım atacak gücüm kaldı bu yerlerden. Bana bir sevda lazım. Zindanlardan kırlara, karanlıktan aydınlığa yeni geldim. Yabancıyım bu ellere ben. Yabancıyım bu gözlere, bu aydınlık uzak bana. Tut ellerimden öğret kendini bana. Bana zulmani dünyalardan gelenlerin bu aydınlıklarda kör olmadığını göster. Karanlıklar yakın bana. Bana bu yabancı topraklarda nasıl yaşanır, gözlerinin aydınlığı lebimdeki busenin huzuruyla nasıl ölünür öğret.

18 Mart 2019 Pazartesi

Her Şey Sana Dair

   
Olur ya yaşlanır insan. Yılların tozları yağar saçlarına, ağarırsın. Karlar da yağar elbet bahçemize. Baharı getirmeyi ihmal etme.   
    Olur ya... Sevgiler biriktirirsin kalbinde. Tüm dünyayı seversin belki. Belki de hiç... Bir boş tabure bırak gönlünden kopan. Sedef işleme bir sandık var içimde. Dantel süsleme eldivenler, parmak uçları sararmış, bir stiletto bir de boş resim çerçevesi, bir kağıt bir de kalem var içerimde. Her şey sevgilim... Her şey sana dair.

   Bir intihar biçimidir yaşamak. Yalan değil sevgiler. Bahseder ya "Sevmek acı, gerçek acı. Benzer birbirine." Ölüm kadar gerçek bir sevgi besliyorum sana. Acımla sev beni. Belki sevda belki hasret gözyaşları çekeriz. Sen beni her yaşımda sev. Her şeyinle sevdim seni. Sevgilim! Her şey... Her şey sana dair.

     Şimdi bir yaprak daha olur da rüzgarçanının haberiyle kopup yuvasından toprağa hasretine son verirse nefesini hissedeceğim. Olur ya bir su damlası ziyaret ederse penceremin pervazını bir de ben ağlayacağım pervasızca. Olur ya yad ederiz hasretine yahut sevdana akan yaşlarımı.

     İşte burda bir ay ışığı vurur yüzüme. Ruhunun ruhumu okşadığı gece gibi bir gece. Olur da şimdi sigaramın dumanı tenime değse. Bir kül tablasıymış kader. İki sigara yakılmış. Unutulmuş. Küllerimiz karışır belki. Ah sevgilim!

    Bak! Bak ömrümce her şey sana dair. Sen beni her yaşında sev.

4 Şubat 2019 Pazartesi

Yüzün Aydınlatıyor Geceyi

    Yüzün aydınlatıyor geceyi. Ve en zifiri geceye doğuyor suretin. Kararmış kalpler dolu gri bir gezegende betonlarla savaşırcasına çiçekler fışkırıyor bahçemden. Ve gülüşün ki bahçemin en görkemli sarmaşık gülü sevgilim. Şu iç yakan çölün en güzel vahası ellerin. Serinliyor kalbim öptükçe avuçlarını. Ve biraz daha arınıyorum kirlerimden.
    Saklı kalmış bir cennet köşesinden bahsediyorum. İnsanların kalbine hiç erişemediği, gözlerine hiç bakmadığı bir tanrı kulunu betimliyorum. Bir gülüşüne bin acı sığdırmış o umutlu o çaresiz gözlerden bahsediyorum. Ve ben burada aşka sığınıyorum. Bu gizli kalmış, insan eli değmemiş yağmur ormanlarında toprağa düşen her damla yerinde olmak istiyorum. Ağaç kavuklarını sığınak, topraklarını yatak kabulleniyorum.
    Gökyüzüne uzanan görkemli dallarını izliyorum hayretle. Nasıl görmediler seni? Meğer tenin bin menekşe bahçesine bedelmiş. Gözlerin en berrak sudan saydam. Kalbine dokunmak zor değil yeter ki gözlerime bak. Binbir diken var bedeninde. Zehrin bünyeme ilaçmış meğer. Tüm zehrini bedenime ver.
    Yüzün aydınlatıyor geceyi ve ben ne kadar kaybolmuşluk varsa kurtuluyorum bu karanlık dünyada. Tüm kirli sokaklar sahiline açılıyor. Ve tüm gözyaşlarımı denizlerine akıtıyorum. Kabul et beni. Kabul et ve tüm zehrini emeyim ki ya sonum ya ilacım ol. Nasıl göremediler kininin ardında saklı kırılmış o bembeyaz kalbini? Nasıl bir karanlıktan geldin, aydınlığın herkesi rahatsız etti?
Yüzün aydınlatıyor geceyi ve ben... Ben hiç bu kadar huzurlu bir bahçede sonsuzluğa dalmak istememiştim.
   

12 Ocak 2019 Cumartesi

En Fazla Senin Kadar

   Sana dönüyorum. Evet yalnızca sana. Ve yalnızca senin için yaşatıyorum içimdeki gerçek insanlık olgusunu. Kalbim eriyor. Duymuyorlar. Ağlıyorum. Yağmur sanıyorlar. Kalbimden bir fırtına geçse şu okyanuslara korkarım ki dünyanız sular altında kalır. İnsanlığı yok etmekten korkuyorum. Hem nefes alan insanlardan hem de içimden atamadığım o korkunç insansızlıktan korkuyorum. Koca bir paragrafta küçük bir nokta gibiyim. Kimsenin farketmediği ama önemi boyutumun milyarlarca fazlası kadar önem arzeden bir noktayım. Sonsuza kadar önemimi farkedecek birinin çıkmayacağından korkuyorum. Beni görmemelerinden korkuyorum. Geçmişte kaldığı gibi geleceğimde de bu şekilde görülmekten basit bir nokta denilip geçilmesinden korkuyorum. Ne var ki bu önemsizliğe alışıyorum. İçimdeki öfke ve nefretin bebeklere zarar vermesi mümkün.
   Kötülüğe evrilmekten korkuyorum. İçimdeki kırmızı pabuçlu kızın beni terketmesinden, incinin değil midyenin ben olduğum sanılmasından korkuyorum.
   Sarmaşık mıyım ağaç mı bilmiyorum. Yoksa bir ağaçken sarmaşıklar tarafından öldürülüyor muyum emin değilim. Ya yarınım sonsa? Yahut kalbim asla sevemeyecek kadar taşlaştıysa? Sevmek istiyorum. En fazla seni sevdiğim kadar en az bir çocuk başı okşarken hissettiklerim kadar çok sevmek istiyorum. Kalbimi görsünler istiyorum. Ve gözyaşlarım... Asla akıtamadığım gözyaşlarım. Kızarmış gözlerimi görmeden hissederler mi kalbimin acısını? Kalbimden aklımdan geçenleri anlamak isteyen olur mu?
   Kapalı bir sandığım. Hazinem yok. Maun ağacından yapılmış bir sandığım. Karanlık okyanusların dibinde yosun tuttum. Yosunlar sandığın güzelliğini kapatıyor. Sandığı açmak isteyenlerse yalnızca korsanlar. Kimse beni görmüyor.
   Kaması kırılmış bir kılıcım. Haddimden keskin hale geldim. Dokunanın parmakları kanıyor. Ama görmüyorlar. Düşmanlarına karşı onları en güzel ben sever korurum.
   İnsanlık ölüyor. Kalpler yok oluyor. Görmüyorlar. Ah sevgilim. Kötülüğün dünyasında bizi asla sevmiyorlar.

Babama ithafen... Seni özledim gökkuşağı.

9 Ocak 2019 Çarşamba

İmkansız

 Sızlamadıkça hissetmiyorum artık bir kalbim olduğunu. Eriyor gibiyim. Penceremde eriyip aşağı süzülen karlar gibi. Gökyüzü benim yerime de ağlıyor. Her aşık ölmüyor aşkından her maşuk da haketmiyor aşkı zaten. Yaşadıkları sandıkları aşk çemberine teğet dahi değilken.
 İmkansızlığı hissediyorum aynaya baktıkça. Biliyorum. Her şeyi görüyorum. Ama artık istemiyorum.
 Kaç sabaha daha uyanacağım bu tokatlarla?

8 Ocak 2019 Salı

Beklenmeyen Misafir

Kar taneleri mi süzülen saçlarına yıldızlar mı? Yere çarpan her kar tanesinden çıkan çığlıklar tırmalıyor kulaklarımı.
 Bakamıyorum gökyüzüne. Ya küserse kirpiklerin bir gün gözlerime? Aldatamam gökkuşağını. Hayır bir  mart yağmuru değil dudaklarındaki tebessüm. Bir kar yanığı kadar acıtıyor canımı benden uzak her saniye.
 Kış kadar sert soğukların. Ve ben çırılçıplak duruyorum fırtınaların karşısında. Dudaklarımı kesiyor buz parçaların. Sevgilim karda kan tanelerinin dansını keşfediyorum ruhunun kalbime dokunuşuyla. Bilmezdim senden önce kırmızının aşk tarifini en berrak beyazda sergilediğini.
Soyut bir sevda anlatıyorum sana. Umutsuzluğa kapılma. Tek umut sensin artık. Kaybedemem. Sana bir sevgi kanıtlayamam. Ama gözlerini kapattığında gördüğün o karanlıkta yaşat beyaz karlarının arasında süzülen kanlarımı. Öptükçe kalbinden bir damla daha süzülüyor dudaklarımdan yerlerine. Önce üzerime umarsızca yağdırdığın ardından öylece ezip geçtiğin keskin kar tanelerinle sevişip toprağına akıyorlar.
 Sana kavuşmak ne büyük haz. Ne büyük nimet saçlarına düşen yıldızları izleyerek uyumak.
 Kayıp mısın kazanç mı? Huzur musun tasa mı?
Beklenmeyen misafir? Dokunur muyum topraklarına bir gün vatanımmışçasına. Memleketim ol gurbete razı değilim.