Görebiliyor musun bahtının karasını? Toz pembe gözlüklerle bakılan mavi Dünyanın kara bahtları...Duyabiliyor musun kalleş kahkahaları? Biçare dertlilere atılan o kalleş kahkahaları... Ya kalleşlere kalkan ellerin alkışlar tutmaları, güçsüze kaldırılan ellerin yumruklara dönmesi... Kanamıyor mu gözleriniz tüm bu zulüm dolu Dünyayı izlerken? Sızlamıyor mu vicdanınız tüm bu vicdansızlığa? Eksik dudaklardan dökülen namus fetvaları, kirli gözlere takılan süslü gözlükler, çirkin vücutlara giyilen dekolte elbiseler, boş kalplere okunan sevda şiirleri... Koca bir sahne olmuş kapılarınızın önü. Sürekli değişen bir oyuncu kitlesi olan karışık senaryolarınızla en iyi performansı sergilemeye çalışışlarınız? İzleyicinin kafası karışık, izleyicinin kendi senaryosu daha karışık. Referansları fuhuş yuvaları olanlardan seçilen muhafazakarı oynayacak oyuncular. Aman Tanrım bu ne korkunç parodi. Donuk gözlerden sevgi dolu bakışlar akmasını bekleyen sevgililer sizi. Yüz yıllık kahkaha ve göz yaşı kaynağı bu hayatlar. Bilmem kaç yüz yıl daha perdesiz evlerinizin kapılarının kapılı olmasıyla övüneceksiniz? Ah o iyiye de kötüye de kapalı kapılarınız. Ne yazık pencereleriniz yalnızca kötülere açık.
Bir kalp tembelliği almış gidiyor başını. Sevemiyor kimse kimseyi. Maskelerle sevişen insanlar görüyorum yollarda. Havlayan köpekler de ısırıyor artık. Kediler insanların nankörlüklerinden yakınıyor, köpeklerse sadakatsizlikten. Fareyle düştük bir şarap şişesine gece. İnsanların akıl almaz kemirgen ruhunu anlattı sabaha kadar. O anlattı ben dinledim. Zehirlerini püskürterek seni nasıl uyuşturduklarını ardından kalbini beynini nasıl kemirdiklerini anlattı. Korktum. Korkutucuydu zira. Oysa kim bilir kaç kez kemirildi bedenim ve ruhum insanlar tarafından. Derin sulara daldık, ışık kesilince tek devam etmem gerektiğini söyledi bana. Derinlere yüzdüm. Çok derinlere. Işıksız kuytu sulara.
Çirkin bir ahtapot gördüm gizlenmiş. Ürktüm. Ben ürktüm, o ürktü. Kaçtı derinlere. Ardından döndü. Sulara karışan gözyaşlarımı sildi. En az burası kadar derin mevzular doluydu bu yaşlar. Kalbimi açtım. Çürümüş kalbimi... Görmeliydi balık burcu kalbimden çıkan insansı karanlıkları. "Hangi kalbimi istersin yerine koymak için göğsüne?" dedi. Bir kalple kimseye bağlı kalamayan, sevemeyen insanoğluna bağlı kalabiliyordu bir ahtapot, üç kalple. Sustum. Sustu. Sustuk. Okyanusun dibinde insanlığın buradan daha dipte olduğunu anlattı sabaha kadar. Üç ayrı kalple bir kalple sadık kalabilmenin mümkünlüğünü anlattı. Ah ne büyük parodi! Sevgi titreşimleri suda daha hızlı yayılırmış. Suyla sevişince daha hızlı yeşerirmiş ağaçlar, daha hızlı büyürmüş çocuklar. Okyanuslardayken daha masummuş Dünya. Karalara çıktıkça kirlenmiş kalpler. Karada büyüyen çocuklar ihanet edermiş okyanuslara. İki bacaklı bu hayvanlar hükümdar olmuş dünyaya. Sonra gökten bir karanlık düşmüş. Bir suya bir karaya. Suların derinlikleri kararmış kaçsın sudaki atalar karadakilerden diye. Geceler olmuş karada saklansın kötülükler gecelere diye. Geceleri yutmuş insanlar. Geceler karardıkça insanlar da kararmış. İnsanlar karardıkça kalpler ruhlar simsiyahmış artık. Çiçekler açmış geceleri, gündüz parlamak için kalpler belki aydınlanır diye. Çiçekler harcanmış sahte sevdaların balkonlarını süslemek için. Anlamsız saçlara taçlar yapılmış buketler. Ah ne büyük parodi. Solmuş çiçekler, solmuş hayat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Buraya bir şeyler bırak...