Blog Listem

17 Nisan 2025 Perşembe

Bitsin Artık

 Uyandım. Yüzyıllık bir uykuydu sanki. Yüzümü zehirle yıkadım. Eteklerime dikenler batmış. Üstüme zırhımı çektim, kalkanımı kuşandım. Nefret kokulu savaş meydanlarında, çimlerdeki sarı çiçekleri arıyorum. Bitsin zaman artık, durmasın ölümler. Sıra bana gelsin. Bu kulun dili sivri. Ama kalbimdeki dikenler bir beni kanatır. Bir ışık gördüm. Üstüne yürüdüm. Kayboldum. Hangi savaş meydanına gittimse müttefiğimin oku geldi sırtıma. Kadir kıymet bilmez bir adam sevdim. Gül sevince dikeni batarmış. Neme lazım. Ben de seni yaraladım belki. Nice ordular yönettim bir başıma. Nice savaşlar kazandım. Sana yenildim. Mevsimler bıraktım geride. Yollar, savaşlar bıraktım arkamda. Önüne geçip de yüzünü avuçlarıma alamadım. Avuçlarım hep kan revan. 


  Anlar mısın beni derdimi anlatsam? Sana yüreğimi açsam... Hangi yara sarılır ki bu kargaşada. Yaramı görsen bile yeter. Sarılmaya değil, görülmeye ihtiyacım var. Binlerce gül var bu bahçede. Her dikenin başka hikayesi var. Hangi dikene yaralattın parmak uçlarını? Parmak uçlarından öperim sevdiğim. İndirme kalkanımı. Yer gök inler göz yaşım yanağıma değse. Bitsin artık. Bitmesin ölümler. Sıra bana gelsin. Ya da... Artık mutlu olalım. 

3 Aralık 2024 Salı

Oyuncak

Deliriyorum sanmıştım. Ben çürüyormuşum. 

Tekeri rayından çıktı çıkacak bir tren gibi... Savruluyor, sallanıyor, ölümle yaşam arasında son sürat ilerliyorum. Hiçbir şeyin farkında değilim belki. Belki de her şeyin farkında olmanın verdiği bir krizin ortasında, tek başına ilerlemeye çalışmanın ağırlığı altında eziliyorum. Çoğu zaman bilincim kapalı. Sanrılar, sancılar, ikilemler, Tanrı, tanrılar, inanç ve inançsızlık arasında kara bir kutu. İçeride her şey var. İçeride hiçbir şey yok... 

Ruhun gırtlaktan çıkması, sıcacık sevgi dolu bir bedenin soğuk bir kadavraya çevrilmesi... Tanık olması çok basit. Ama arka planda sırrı hala çözülememiş ve evrenin en karmaşık yapısı olan ölüm... Ensende her daim hazırda bekleyen bir asker gibi... Eli hep tetikte... Gözü hep üzerinde. Mermisi hep namluda. Tetiği kim çeker? Ben mi asker mi? 

Değer miydi bu yemyeşil dünyada kendimi oksijensiz bırakmaya? Ciğerlerim insanların kirli nefesleriyle dolu sanki. Ciğerlerim duman altı. Nefessiz kaldım. 

Bu dünyayı sevdiğime kendimi ikna edemedim. Belki de gerçekten bu dünyayı sevemedim. Ama seni sevdim. Uzunca bir süre seni sevdiğime kendimi ikna edemedim. Kendim bile ikna edememişken seni nasıl ikna edebilirdim ki? Görmeliydin aslında. Güldüğünde gözlerimdeki heyecanı... Adımı söylediğinde göz bebeklerimin büyüdüğünü... Kalbinin karanlığını gördüğümde suratımdaki kırık gülümsemeyi... Ruhunun kirliliğini anlattığında "Hangi ruh temiz ki!" diye patlattığım kahkahayı... Görmeliydin! Hangi ruh temiz ki maskelerin ardına saklanmış insan ordusunda? Ne sen ne ben. İkimiz de karanlığın arka yüzüyüz. İkiniz de karanlığın ta kendisiyiz. İkimiz de siyahız. Abartı değil. Birbirine çok yakışan, yan yana çok güzel ama bir o kadar da tehlikeli... 

Gerçekten. Gerçekten görmeliydin avcunda sakladığın, ellerime bıraktığın oyuncağı alırkenki çocuksu heyecanımı. 

Ömrümce beklerim seni diyemem. Kimse beklemez ömrünce bir karanlığı. İlk ışıkta sapacağım bu yoldan. Ruhun derin. Ruhun siyah. Ruhun tehlikeli ve korkutucu. Orada kaybolmaktan korkuyorum. Karanlığında bir davetsiz misafirim gözünde. Ve sen misafirden nefret eden bir ev sahibisin. Karanlığına ortak olacak bir ruhun korkusunu yaşayan, yedek bir anahtar barındırmayan... Yine de... Karanlığın kalbimde hep kalacak. Oysa karanlığım ışıklarla dolu benim.

Oysa karanlığım ışıklarla doluydu benim...

14 Temmuz 2024 Pazar

Cephem Belli

  Ben bu aleladeliği seviyorum asla süslü ve yalancı maskeleri değil. Ne kadar sıradansa o  iyi. Ne kadar düzse o kadar kolay benim için sevmek. Tüm bu karmaşıklık, tüm bu kaos başımı döndürüyor. En ufak belirsizlik midemi bulandırıyor. Ne kadar netse o kadar kolay seviyorum. Kaz ayakları hala kırışmamış gülüş çizgileri hala belirginleşmemiş sahte insanlar... Robotmuşçasına duvar gibi suratlar... Hiç dans etmemiş, hiç ağlamamış, hiç içten kahkaha atmamış, hiç öfkeden çıldırmamış gibiler. Kameraların karşısında yaşayan insanlar, içimde yarattığımız tüm bu boşluk hissi başımı döndürüyor. Şatolarınızın enkazlarında çürük ruhlarınızın kokusu midemi bulandırıyor. 

  Ben standartlık, sadelik, içtenlik, netlik istiyorum. Cephem belli, şarjörümdeki mermi sayım net. Henüz anlamlandırabiliyorum. Savaşım kendimle değil maskelerinizleymiş.

10 Ekim 2023 Salı

Yara İzi

 Bazen hiç tanımadığın  insan kalbimizden bir parça gibi hissettirir. 365 günü tamamlamayan dostluk, anadan doğma çıplaklıklarla kurulu candaşlıkların önüne geçer. Kalbinin açlığını, evinin içini hiç bilmediğin bir çift göz doyurur.


Bir melodi var zihnimde çalan. Sayfalarca ağladığım gecelerde yazdığım notlar havalarda uçuşurken birini yakalıyorum. Bir dizi nota. Tellere vurarak canlandırdığım melodi... Bam tellerine... Senin benim zihnimde canlanmayacak acılar var. İşte onların bam tellerinde çalan melodiler bunlar. Bir beste çıkarıyorum. Fütursuzca, avaz avaz bir beste; çünkü meczup da aynı zamanda. 


Ölümden başka çaresiz dert yok dünyada. Keşke ölsem şuracıkta diyorum. Acısı o çaresizlik deryasında daha ağır. Ağrısızca sessiz bir ölüm. Ya da yankı getiren. Elbette ki o kaybın neticesi ufuksuz bir sessizlik deryası. Sessiz bir feryat. Kaç yüzyıl sürer ki ağıtı. 


Sahi kaç gece sürer bir yalnızlık? Ebedi bir boşluk? Ya bu ruhsuzluk, bu koca yürekteki boşluk hissi? Bu bolluklarla dolu dünyada bunca boşluk duygusu neden? 


Bir kedi mırlaması bazen sizi hayata döndürebilir. Sevgisini de acısını da kendine bile itiraf edenemiş birinin size ıslak gözler ve boğuk seslerle kalbini açması size tüm yükünüzü unutturabilir. Bir annenin iç çekişi, hiç tanımadığınız bir çocuğun size umut dolu bakışı, cananın avuç içlerini öpmesi, canı yanana dokundurduğun şefkatli bir el... Hayata bağlanmak için de hayattan kopmak için de yıldızlar kadar sebep sunabilirim sana. 


Sana ömrümce şefkatle dokunabilirim. 


Çirkin bir yara izisin sen. Şefkatle dokunan biri çıkana kadar...

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Tanrının Kolları

Gök Tanrı'nın gölgesinde dinlenirken, başakları okşayan rüzgarın uğultusuyla ruhunun sesine kulak ver. Toprak ana mı sancıyor, dağlar mı yürüyor, başım mı dönüyor ayırt edemem. Belki mutluyum belki mutsuz. Bunu ben dahil kimse bilmiyor. Kabullenemediğim şeyler var toprağın altında. Ve üstünde... Asla batmayacağını düşündüğüm bir gemideydim, batarken asla kutulamayacağını düşündüğüm gibi. Ne öldüm ne kurtuldum. Boğulduğumsa ciğerlerimdeki ağrılardan aşikardır. Göğün altında, yer kürenin üstünde kalmaktır araf. Ne toprağa aitsin ne göklere. Ruhu göklere, bedeni toprak anaya kavuşanlara ne mutlu. Tarifi yok böyle bir kederin. Kabullenemem bu zamansız gidişleri. Gereksiz varoluşlar varken zamansızlıklarla sınanmayı.

14 Eylül 2022 Çarşamba

Kalbimde Prangalar Vardı

 Uzunca zamandır böyleyim aslında. Sadece izliyorum. Ve yine sadece izliyordum hayatım ellerimden kayıp giderken. Kaç bahar eskittim, kalbimde prangalar vardı, görmedim geleni gideni. Donuk bakışlarımı mazur görün. Ya da görmeyin. Hatta beni ne gönlünüzle ne gözlerinizle görün. Bakmayın bana ne olur. Ben kaybolmak, bu insanlar içinde yok olmak istiyorum. Bir hiçim. Hiçlik içimdeki benlik olgusuyla bu bağlamda bir bütünken bozmayın bakir yalnızlığımı. Gören gözleriniz ne kadar yanılıyor aslında. Her şeyden bihaberken ne kadar da her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz oysa. Meydanlardaki savaşımı elinizde şarap kasenizle güvenli kalelerinizden izlerken ne kadar kolay bahsediyorsunuz akan ve birikintilerinde boğulduğum kanlardan. Benim savaşım sizle değil. Zira benim sizle savaşım biteli çok oldu. Benim savaşım yalnız ve bütünen kendi mevcudiyetimle. Görmeyen birine okyanusun rengini anlatmak kadar imkansız zihninizdeki yapay dünyanın yanlışlığını anlatmak. Ne laf oyunlarıyla ne de kalplerinizdeki çukurlarla mücadele edecek sabrım ve iradeli bir ruhum var. Hiçbir sözlükte yazmıyor zira sizden olmayana çektirdiğiniz eziyet. Hiçbir lisanda yeri yok bu zalimliğin. Toprak dahi çatladı kirli ayaklarınızla üstüne bastığınız için kahrından. Aşık olduğum daldaki yaprak sarardı, kalbimin ağırlığı ona bile fazla artık. Yaralarımı sarmak istercesine bedenime doğru uzuyor sarmaşık dalları. Ne var ki o bile artık yoruluyor. Zalim dünyanızda bir çöpüm dahi olmaması umuduyla. İyi uykular.

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Çürüme Mevsimi

 Bir yaprak daha yeşeremiyorum. Köklerim toprak anayı sardı. Yer küreyi dört kolla sardı. Kendime sarılacak tek bir köküm kalmadı. Dalların gökyüzünü selamlar sanardım. Yalnızca fidandım. Kırılgan, narin... Ne gün geldi gövdem bu denli kabuk bağladı, nasıl bu kadar sertleşti bilmem. Yaralarım reçine ağladı, reçinelerim böceklendi, gövdemde binlerce çakı izi... 


Seni ne çok özlüyorum, oysa gülerken ne çok ağlıyor gözlerim. Görmüyorlar. Duymuyorlar çığlıklarımı. Bedenim de ruhum kadar sancıyor artık. Yokluğunun varlığım kadar ağrıttığı gecelerden ziyade; gündüz de vuruyor yüzüme bir tokat gibi bakışlarının özlemi. Her bir saniye daha geçtikçe "Evet!" diyorum. "Evet, işte tam şu an!" Her an bir öncekine göre daha çok yanımda arıyor seni gözlerim. 


Daha çiçek verecektim. Dallarımdan meyveler toplayacaktı çocuklar. Şimdi ne bir çocuk kahkahası, ne güneş ışığı, ne kır papatyaları okşuyor gönlümü. Sanırsın çelik sandıklara kapattı cadılar kalbimi, karanlık nefesleriyle büyüledişer ruhumu. Her gün biraz daha her gün daha da acı içinde kıvranıyor.


Evet! Tam şu an o kadar ihtiyacım var ki sana.

21 Nisan 2022 Perşembe

53

Dönmeyecek bir gemi...

Onca söz, onca bağırış, belki binlerce sessiz çığlık... Hangisi değdi sana bilmiyorum. Biri bile dokundu mu kalbine? Hep gitmek istediğin yerde misin şimdi?

Çiçeklerini aldım. Cennetten gelmiş o her bir taç yaprağı göstermesem de gözyaşlarımla suladım. Özledim tekrar. Her seferinde bir öncekinden daha çok... Rüyalarıma gelmeyi unutma olur mu? Değiştim. Tükenmemiş ama zorla sandığa kapatılmış bi şeyler var sanki içimde. Hissediyorum. Odaklanamıyorum. Düşünmek istemiyorum, bazen düşünmediğimi sanıyorum.  Sevemiyorum. Ya da öyle sanıyorum. Belki de gerçekten sevmiyorum. Ve sevilemiyorum. En aydınlık günüm bulutlu bir Eylül akşamı gibi. Mutluluklar hep yarım. Bilmiyorum bazı sözlerimi tutabilecek miyim sana. Bir gün kalbim denk gelir mi birine bilmiyorum. Hiçbir beklentim yok artık insanlıktan. Ya da bir gün biri beni sevmeye değer bulur mu senin gibi  onu da bilmiyorum. Her gecenin sabahı vardır derdin. Ben o sabahı görür müyüm bilmiyorum. Yalnızca kalbim seni özlüyor. 

Saçlarına beyaz kır papatyaları düştü mü? Sahi kaç yaşında oldun? Gittiğin 5 yıla kaç ömür sığar bilmiyorum. Hesabını yapamıyorum. Son bakışından beri yelkovanım hareket etmiyor. 

Özlersen uzan yanıma. Rüyalarıma girmeyi unutma. Ben hala o istiridyenin içinde seni bekliyorum. İnci olmayı bekliyorum.


6 Haziran 2021 Pazar

Köhne

Her nefeste daha da zorlaşıyor. Korkularım damarlarıma işliyor. Kalbim göğüs kafesimden defolup gitmek ister gibi. Ne isterdim bu hayattan bilmiyorum. kulaklarımda sürekli bir fısıltı... "Mutlu olmaya hakkım yok." Hayaller acıtıyor. Son çırpınışları kalan papatyaların. Tüm sevdaları yok ediyorum. Bir çocuk başı okşayamayacak kadar köreldi kalbim. Bir sokak çocuklarını seviyorum bir de sokak köpeklerini. Dünyanın saat kalan tek hazinesi...

 Köhne, tenha, neresi olduğu hakkında hiçbir fikrim olmayan bir sokakta yürüyorum. Ne koşacak halim var nede kaybolmam umrumda artık. Gözlerime mi kasvet çöktü yoksa dünyamı karanlık bilmiyorum. Kaçamıyorum , gidemiyorum, kalamıyorum... Kalbimdeki her çarpıntı nefret, kin ve öfke kokuyor. Damarlarımda hissediyorum pisliğinizi. Hepinizi öldürdüm. Göğüs kafesime ektiğiniz nefret tohumlarından çıkan ormanda astım insanlığınızı. 

Hatırladığım bir çift göz var bu dünyadan geriye nokta asla geri gelmeyecek bir çift göz...

Artık ne sevgisi umrumda bu hayatın ne de benden çalacakları. Bir ticarethanedir aşk. Çift taraflı bir çıkar ilişkisinden ibaret, bazen ruhsal bazen bedensel alışverişin döndüğü genellikle aşkı cüzdanında çok olanın canının yandığı bir ticarethane. Borcum kalmadı bu dünyaya da sevdaya da. Alacaklıyım ama beklentim de kalmadı artık. 

Ne karanlıktan korkuyorum ne de aydınlığa dair bir umudum var. Hayal kurmayı uzun zamanlar önce bıraktım. Basit planlar, standart isteklerle idame ettiriyorum hayatımı. 

Eksik her şey. Her şeyden biraz, çok fazla, çok derin...

Biliyorum bir gün gideceğim. Asla  kök salamadım hiçbir yerde. Elbet bir gün bu masadan kalkacağım. 

Pejmürde bir kadınım. Kömür kadar karanlığım yıllardır. Elmas kadar sert ve keskinim. Ne var ki asla elmas kadar değerli olamadım. 

Biliyorum bir gün gideceğim. Ne bir çocuk kahkahası ne papatya bahçeleri kalacak benden geriye.

Tek bir şey beklerdim imkansız olduğunu bile bile. Bir gün dahi olsa bu kirli karanlık sokaklarım sahile çıksaydı ve ben gözyaşlarımı o denize akıtsaydım, başımı yasladığım omuz bana diken değil pamuklar sunsaydı.

4 Ağustos 2020 Salı

Her Kadın Kendini Doğurmak İster

   Ne çok acı kaldı bize. Ne çok yas var artık tutulacak ne çok ağıt var yakılacak... Merhametsiz yakıcı sevgiler, merhametsiz kalpler, mutsuz yüzler fethetti yeryüzünü. Renkler soldu, kirlenmiş gökkuşaklarında mutluluk arıyor insanoğlu. Ne yazık efsane aşklar öldü, aşk kırıntılarını sevda diye basıyor bağrına umudu yitmiş olanlar. Tutunacağımız dallar, yılana sarılacağımız denizler bize çok uzak. 
    Kaç asır ağıt yaksak, kül olsak merhamet yağar göklerden kalbimize? Kaç kere kurban olsak sevdaya insaf eder aşka gelir kalpler? Virane şehirler arasında kaldı insanlık. "Bittim!" dedikçe başka bir acı doğurdu anneler. Hiç uğruna yiyip gidecek nice kalpler... Sevdayı kirlettik. Gözyaşlarımız çamur artık!
    Her kadın kendini doğurmak ister. Her kadın kendini şefkatle baştan büyütmek ister. Acısız bir hayat. Kalbini okşayan bir aşk, saçını okşayan bir el, bir tebessüm... Elinden tutan olmasa da çelme takanı olmasın ister. Eteklerinde çiçekler açsın ister kadın. Güller al dudakları anımsatsın ister. Yağmur saçlarını okşasın ister mezarını değil.
    Yağmurda toprak kokusunu içine çeken her kadın mezarı anımsar artık! Eteklerinde çiçekler açan kadınları soldurduk. Al dudaklı kadınları güllerin dikenleriyle parçaladık. Göz yaşlarımız çamur artık! Sevda diye kandırdığımız o bataklıkta öldürdük kadınları.