Karmaşık intihar mektupları biriktirdim aylarca, yıllarca arkamda. Ne okuyan vardı ne anlayan. Her cümlem tehditti ruhuma Başarılı bir intihar eylemi gerçekleştirdim. Ne sevgim kaldı geriye ne tebessümlerim ne ruhum ne de inci.
Boş bir bedenle ne kadar ilerleyebilirim? Kaç nefes daha kaldırabilir ciğerlerim? Kaç bahar kokusu daha soluyabilirim? Uzay boşluğu kadar boş zihnimle, kaç mutlu anı daha yakalamaya çalışıp boş ellerimi seyredebilirim?
Duyguları alınmış, ruhsuz ve boş bir bedenden söz ediyorum sizlere cümlelerimde. Sizin için birkaç cümle, hece, harf ve nefes. Bense asırlardır ölüyorum. Ademdendir benim acım. Var olmanın sonsuzluğa giden yolculuğundandır yaram. Yaradanın açtığı yaraya merhem bulamamak derdim. Dertlerin en küçüğü bazen. Bazense kapatılması imkansız derin çukur...
"Cehennemi ruhu hala üşüyenler için istiyorum." yazan bir kitabın satırlarından sesleniyorum size. Ruhumu soğuk gecelerde kaybettiğim için mi bu kadar yaşıyorum cehennemi bu dünyada?
Kurşunum bitiyor. En az ruhum kadar... Neyse.
Herkesin uğursuz deyip hor gözle baktığı oysa yalnızca kendi dünyasında yaşamaya çalışan o yalnız kara kediyim.
Blog Listem
28 Şubat 2018 Çarşamba
Kalanlar
Hiçbir yağmurun seni ıslatamadığı, dolular düşerken, toprağa varana kadar yok olduğu kurak çöller gibi kalbimin içi. Anlatabilir mi milyarlarca sıcak kum tanesi acımı bilmiyorum. Ben bile bilmezken beni kim görür, kim anlar kavruk yüreğimi, kaynar kalbimi? Ruhumun çöllerinde atarken adımlarımı, yanan ayak tabanlarımın acısı çok değil derinlerimdeki sızıdan. Kasvetli bir baharım ben. Karamsar ruhlarla dolu yine yapayalnız ruhum. Diriler mezarlığı içim. Kaç yürüyen ceset var içerimde? Kaç mezara bedel gülümseyen kanlı canlı bir ceset? Kaç cesede eşdeğerim? Kaç ömre bedelim? Kaç atomdan oluşuyorsam o kadar beterim. Kime gösterdim sıcak gözyaşlarımı? En son ne zaman attım içten kahkahamı?
Yürüyorum. Ayak izlerime bakıyorum gerimde. Kanlı yolları seyrederek yürüyorum. Saçlarımı yolmam, yakmam, kesmem, yok etmem için yeterli bir sebep saçlarıma düşüp ruhuma işlemeyen her yağmur tanesi. Yıllarca içimde biriktirdiğim gözyaşlarım geçer mi bu zamana kadar toprağa kavuşmuş yağmurların miktarını?
Sorular çok fazla. Can yakan soruların menfaatçi cevapları... Asla! Asla hiçbir cevap doğru değil! Gerçek değil hiçbir tebessüm. Kaf dağının eteklerine kurulmuş o çiçekli çiftlik yolundan gelen at arabasının arkasına atılmış çiçek ve kahkaha dolu çuval kadar gerçek ancak bir mutluluk. Canına kıyanlar var mutsuzluktan. En az mutsuzluktan ölenler kadar dertsizlikten ölenler var. Gamsız ve arsız intiharlar var. Tasasızlık da bir tasa. Ve ben intiharı böyle bir dertten düşünmek isterdim.
Yalnızca çarşafını ısıtmak için kullananlar var aşkı. Bir kadının yahut adamın saçını okşamanın verdiği huzuru hayal edemeden sevdayı yaşadığını sananlar var. Mezarları boş mermeleri dolduran topraklar sananlar var. Bir gözyaşının altı ayda üretildiğini, gözden çıkarkenki sıcaklığını bilmeden hunharca ağlayan dertsiz dertliler var. Kalbi yarasızlar var. Diz kapakları hiç kanamamıș kansızların, nedensiz ve şımarıkça döktüğü yaşlar var.
Arkalardaysa kalanlar var. Hiç dizi olmamış çocuklar... Hiç gözyaşı dökememiș, paramparça kalpleri olan insanlar... Hangisi daha karanlık? Kimin ruhu daha güzel kokar? Hangisi daha çok hak eder ölümü? Peki hangisi daha hızlı koşar ölüme? Ya da acıya kalır yürekleri sonsuza kadar?
Arkadakiler... Kalanlar...
Yürüyorum. Ayak izlerime bakıyorum gerimde. Kanlı yolları seyrederek yürüyorum. Saçlarımı yolmam, yakmam, kesmem, yok etmem için yeterli bir sebep saçlarıma düşüp ruhuma işlemeyen her yağmur tanesi. Yıllarca içimde biriktirdiğim gözyaşlarım geçer mi bu zamana kadar toprağa kavuşmuş yağmurların miktarını?
Sorular çok fazla. Can yakan soruların menfaatçi cevapları... Asla! Asla hiçbir cevap doğru değil! Gerçek değil hiçbir tebessüm. Kaf dağının eteklerine kurulmuş o çiçekli çiftlik yolundan gelen at arabasının arkasına atılmış çiçek ve kahkaha dolu çuval kadar gerçek ancak bir mutluluk. Canına kıyanlar var mutsuzluktan. En az mutsuzluktan ölenler kadar dertsizlikten ölenler var. Gamsız ve arsız intiharlar var. Tasasızlık da bir tasa. Ve ben intiharı böyle bir dertten düşünmek isterdim.
Yalnızca çarşafını ısıtmak için kullananlar var aşkı. Bir kadının yahut adamın saçını okşamanın verdiği huzuru hayal edemeden sevdayı yaşadığını sananlar var. Mezarları boş mermeleri dolduran topraklar sananlar var. Bir gözyaşının altı ayda üretildiğini, gözden çıkarkenki sıcaklığını bilmeden hunharca ağlayan dertsiz dertliler var. Kalbi yarasızlar var. Diz kapakları hiç kanamamıș kansızların, nedensiz ve şımarıkça döktüğü yaşlar var.
Arkalardaysa kalanlar var. Hiç dizi olmamış çocuklar... Hiç gözyaşı dökememiș, paramparça kalpleri olan insanlar... Hangisi daha karanlık? Kimin ruhu daha güzel kokar? Hangisi daha çok hak eder ölümü? Peki hangisi daha hızlı koşar ölüme? Ya da acıya kalır yürekleri sonsuza kadar?
Arkadakiler... Kalanlar...
Şehrime Uğra
İçimde saçma bir yıkım var. Yıkık dökük bir şehir var. İçimde hiç yitmeyen bir acı var.
Acı üzerine konuşmak gerekirse sevgilim. Seni özlüyorum ve seviyorum. Henüz tanışmadık. Hiç bitmesini istemediğim bir sevgi besliyorum sana karşı içimde. Asla karşıma çıkmama ihtimalinin acısını çekiyorum. Kimseyi sevemeyecek olmamın ve bu yüzden içimde hep bir boşluk olarak kalmanın korkusunu yaşıyorum. Hep bir boşluğa aşık kalacak olma ihtimalimle ölüme terkediyorum kalbimi belki de.
Yıkık şehrimse denize açılıyor. Surlarımla kaplı şehrimden bahsediyorum sana. Ya da kendime... Surlarımda açılmış deliklerden bakıyorum denizlerime. Dokunamıyorum bana ait sulara. Islanamıyorum. Ve hep kirli kalıyor şehrim. Yani bedenim... Dayanılmaz zihin bulanıklıkları yaşıyor halkım. Hep bir sevgi eksikliği, kin ve öfke hakim şehrimde. Şehrime uğra bir kervanla beraber. Hanlarımda uğurlarım seni. Yıllanmış şaraplarımı tattırırım tüccarlarına. Ya da sana... Savaşçılarımın merhamet dolu kalplerini izlersin. Dansçı kadınlarımı sunarım saçma sapan dünya eğlencelerine düşünsen.
Bilmiyorum dokunabilir misin ruhuma. Ama mutlaka uğra şehrime. Hanlarıma. Saraylarıma, odalarıma, odama... Ya da kalbime... Mutlaka uğra kalbime.
Acı üzerine konuşmak gerekirse sevgilim. Seni özlüyorum ve seviyorum. Henüz tanışmadık. Hiç bitmesini istemediğim bir sevgi besliyorum sana karşı içimde. Asla karşıma çıkmama ihtimalinin acısını çekiyorum. Kimseyi sevemeyecek olmamın ve bu yüzden içimde hep bir boşluk olarak kalmanın korkusunu yaşıyorum. Hep bir boşluğa aşık kalacak olma ihtimalimle ölüme terkediyorum kalbimi belki de.
Yıkık şehrimse denize açılıyor. Surlarımla kaplı şehrimden bahsediyorum sana. Ya da kendime... Surlarımda açılmış deliklerden bakıyorum denizlerime. Dokunamıyorum bana ait sulara. Islanamıyorum. Ve hep kirli kalıyor şehrim. Yani bedenim... Dayanılmaz zihin bulanıklıkları yaşıyor halkım. Hep bir sevgi eksikliği, kin ve öfke hakim şehrimde. Şehrime uğra bir kervanla beraber. Hanlarımda uğurlarım seni. Yıllanmış şaraplarımı tattırırım tüccarlarına. Ya da sana... Savaşçılarımın merhamet dolu kalplerini izlersin. Dansçı kadınlarımı sunarım saçma sapan dünya eğlencelerine düşünsen.
Bilmiyorum dokunabilir misin ruhuma. Ama mutlaka uğra şehrime. Hanlarıma. Saraylarıma, odalarıma, odama... Ya da kalbime... Mutlaka uğra kalbime.
25 Şubat 2018 Pazar
Ruhunu Dizlerime Yatırdım
Her gece yarısı annem uyuduğunda ruhunu dizlerime yatırım. Saçlarını okşarım. Annemin ruhunu beslerim içimdeki meyve ağaçlarının altında, toprağa düşen meyvelerle. Annemin annesi olurum her gece. Her annenin annesi olurum kendimce. İçimde asla anne olamayacak oluşumun acısını dindiririm. Tüm annelerin içine sinmiş toprak kokusunu çekerim içime. Merhaba anne. Ben doğurdum seni. Ben verdim analığın o sonsuz masumiyetini kalbine. Ben doğurdum seni. O ruhundaki kız çocuğuna ben verdim annelik sevincini. Yine ben yaşattım sana bir evladın, baba acısı çekerken yaşadığı acıyı sana. İçindeki baba acısını, tekrar yaşattım sana gözyaşlarımla. Her kız çocuğu annesinin kaderine mi mahkum yoksa ben sen olduğum için mi böyle acınası gözyaşlarımız kızım? Ben bir eş kaybettim seninle beraber kızım. Bir baba, bir dost, bir sevgili, bir eş. İlk aşkın ölümünü tattım seninle. Bir daha asla aşık olamayacak bir kız çocuğu kaldı benden yine bana. Topraktan asfaltlara kaçtım saatlerce. Kendimi bulduğum yer yine toprak, yine mezarlık... Toprak kokusuna aşık olmak... Böyledir bu. Ne kadar kaçarsan kaç kendini kaçtığı noktanın etrafında dönerken bulur insan. Kaçtığın, kaçtığım yerdeyim. Mezarlıkta, hatta belki mezarda. Dizlerimde uyutuyorum seni anne. Dizlerimde huzurumdan kopardım saçlarına takıyorum kızım. Küçük bir kız çocuğusun sen. Masumiyetini asla kaybetmemiş, benim gibi olmamış, hiç kirlenmemiş bir kız çocuğusun. Sen bir kurbansın. Beni var etmek için acılarla pişmek için bu çukura atılmış bir kurbansın. Ruhunun tüm bakireliğinin kokusuyla uyuyup uyanmak için, gözlerini her açtığında o saflığın kokusunu dünyaya hatta evrene yaymak için seçilmiş bir kız çocuğusun. Benim için fazla masumsun. Bu yüzden sahte tebessümleri maske edinmek senin harcın değil. Bu yüzden seni doğuran benim kızım. Sen ne kadar temizsen ben o kadar kirliyim. Kirli annelerin çocukları masum olur hep. Dünya böyle adi bir yer kızım. Bu yüzden seni doğuran benim kızım, sen ne kadar acı biriktirdiysen içinde ben o kadar kararttım içimi senin yerine. Bu yüzden her gece umutları taktım saçlarına uyurken sen dizlerimde. Yeter ki sen kirlenme kızın gibi diye. Sen ki toprak ananın en sevdiği kızı hep böyle kal. Hep böyle kal ki toprak hep Nesrin koksun seninle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)