Yalnızlıktan korkan insanlar tanıdım.Yalnızlığa koşan insanlar tanıdım. Bir de yalnızlar vardı kimsenin tanımadığı,yalnızca gördükleri ve asla tanımadıkları. Ne oldukları, nereden geldikleri bilinmeyen, nereye gittikleri hep soru işareti kalan yalnızlar.
Yalnızlıktan korktum. En kalabalık olduğum günlerde yalnızlığa koştum. Sonrasında... Şöyle bir durup ardıma baktım. Issızdım. Yalnızdım. Ne beni ne acımı tanıyan kalmıştı. Soğuk sokakta, cellatların, sapıkların dışarıdan sıcak görünen, kirli, sözde mutlu yuvalarına bakakalmıştım.
Ceset gibi soğuktu bedenim. Bir celladın eseri gibiydim. Donmuştu kalbim. Çok karanlıktı içim. Geçmişime baktım. Koca bir hafıza kaybına rağmen kaybolmayan bir kara delik içine düştüm.
Başımda korkunç bir ağrı var. Sol gözüm ve sol şakaktaki damarlarım bağımsızlığını ilan etmek istermişçesine deliriyor. Kendimden kaçıyorum ve yine kendimle çarpışıyorum. Kendime yenik düşüyorum her gece. Varlığın yokluğunu kanıtlarmışçasına her şeyi unutuyor zihnim. En çok seni. En çok seni unutuyorum. Adresimi unutuyorum. Bir adres gösterir misin bana huzur dolmam için? Belki biraz ısınmalı bedenim.
Herkesin uğursuz deyip hor gözle baktığı oysa yalnızca kendi dünyasında yaşamaya çalışan o yalnız kara kediyim.
Blog Listem
7 Eylül 2017 Perşembe
6 Eylül 2017 Çarşamba
Gün Doğumuna Kurban Et Ruhunu
Her göz yaşını bir yıldıza armağan et ve orda alev alsın acıların. Düşlerin ve düş kırıkların en az yıldızlar kadar somut. Görebiliyorum. Gözyaşları yıldızlar kadar içten ve güzel ama onlar gibi geceleri açığa çıkıyorlar. Bazı gecelerse yıldızlar gibi akamıyorlar bile. Anlıyorum içindeki ölen yıldızın ağrısını. Sen demek gökyüzünde kayan her yıldız. Her kayan yıldızda seni diledim. Gözlerine her baktığımda bende kalmanı diledim. Ayakkabıların hep kapımın önünde olsun istedim. Gözyaşların ise avuçlarıma aksın dedim hep. Avuç içlerime iğneler batıyor. Vitaminimi almayı unuttum. Adımı unuttum. Bir kumru konar her gece pencereme, kanadındaki notu almayı unuttum. Seni unuttum çoğu zaman. Ama dudakların hep burada. Dudaklarını cebimde unuttum. Makası nereye koydum? Saçlarım dökülüyor kanalizasyonu tıkıyor. Şehirler sular altında kalıyor. Gözyaşı mı yoksa saçlarım mı sebebi bilemezsin. Siyah bir platform yükseliyor önümde. Gel gitler yaşıyor zihnim. Anlıyor musun ne kadar karışık şu içler acısı durum. Cümleler birbirine karışıyor. Beyaz bir kedi vuruluyor gözlerimin önünde. Kedinin tüyleri kaderim kadar siyah. Ama kedi beyaz. Anlıyor musun içimdeki damdan atlayıp ölemeyen kedilerin acılarını?
Ah be Makbule teyze. Yine balkonu yıkarken sular dökmüşsün kedilere. Her gece sigarasıyla yanıp biten adamı seyrediyorum balkonda. Sigaramda beraber bittikten sonra adamı terk ediyorum her gece. Her sabah bir kurumuş damlayla açıyorum gözümü felaketlere. Her gün doğumunda bin bir acıyla izliyorum güneşin doğarken yırttığı gecenin dikişlerini. Güneşin doğumu uğruna her sabah öldürüyor gece kendini. Bir ölüm diyorum. Bir ölüm ancak böyle güzel ve fedakar olur. Her ölümünün şerefine gün doğumuna kurban ediyorum ruhumu.
Her ayın 21'inde 21 yıldız intihar eder. Geceler daha karanlık, uzay daha kirli. Saçları ışık demetleriyle dolu kadınlar saçlarından halatlar örüp kendilerini asarlar. Dudaklara kan gitmez, morarır dudaklar. Çoktan ölmüş bir ruhu serbest bırakmak için bedenini yok etmek intihar mıdır, özgürlük savaşı mı? Kendini asmayacaksa halat yaptığı saçlarıyla kadın neden kessin saçlarını?
Ah be Makbule teyze. Yine balkonu yıkarken sular dökmüşsün kedilere. Her gece sigarasıyla yanıp biten adamı seyrediyorum balkonda. Sigaramda beraber bittikten sonra adamı terk ediyorum her gece. Her sabah bir kurumuş damlayla açıyorum gözümü felaketlere. Her gün doğumunda bin bir acıyla izliyorum güneşin doğarken yırttığı gecenin dikişlerini. Güneşin doğumu uğruna her sabah öldürüyor gece kendini. Bir ölüm diyorum. Bir ölüm ancak böyle güzel ve fedakar olur. Her ölümünün şerefine gün doğumuna kurban ediyorum ruhumu.
Her ayın 21'inde 21 yıldız intihar eder. Geceler daha karanlık, uzay daha kirli. Saçları ışık demetleriyle dolu kadınlar saçlarından halatlar örüp kendilerini asarlar. Dudaklara kan gitmez, morarır dudaklar. Çoktan ölmüş bir ruhu serbest bırakmak için bedenini yok etmek intihar mıdır, özgürlük savaşı mı? Kendini asmayacaksa halat yaptığı saçlarıyla kadın neden kessin saçlarını?
5 Eylül 2017 Salı
Dibim Hep Karanlık
Uçsuz bucaksız kristalden mağaralar aşarak geldiğim çöllerde kumdan cam bir kale yapmaya çalışıyorum. Yok ettiğim kristallerin yerine camlar koyuyorum yok olduğum çölde. Bir mumum ben. Yanıyorum. Eriyorum. Asla kendimi aydınlatamıyorum. Dokunanı yakıyorum. Dibim hep karanlık. Damla damla aktım. Yanan yerlerim geri eski haline getirilemedi. Gövdemi baştan inşa etsem de içimdeki ip çoktan küllere karışmış. Alev titriyor. Ben titriyorum. Saçlarımı dalgalandırıyor rüzgar. Alevim üşüyor. Dibi hep karanlık. Çevremdeki aydınlığı izliyorum. Aydınlık en fazla ayak uçlarına ulaşıyor evrenin. Evren küçücük. Yetemiyor karanlığıma. Sevmiyorum maviye aşık insanları. Mavi umut demektir. Tek gerçek var oysa; ya aydınlık ya karanlık. Oysa bu evren umutsuz vaka. En az benim kadar adice. Dibi hep karanlık. Hangi mezarlıkta ışıklar ve şenlikler gördünüz? Tek gerçek var o da ölüm. Ölümün dibi karanlık. Ölümün tek kaynağı var; yaşam. Karanlığı karanlık yapan şeyin aydınlık oluşu gibi naifçe olacak bu biraz. Aydınlanamıyorum. Dibim hep karanlık. Dokunanı yakıyorum. Dokunanın elleri su topluyor. Haksızlık ediyorum seven ele. Mutsuzluktan başka verebileceğim bir şey yok. Gelirim de giderim de hep umutsuz. Kristalleri kırıp camdan bir aplik içine saklıyorum ışığımı. Işığımın dibi hep karanlık. Dibim hep karanlık. Sevgisiz bir kalp barındırıyorum. Kalbim hep karanlık. Kalbimin dibi karanlık. Dokunanı yakıyorum. Dokunanın su topluyor elleri.
Yanıyorum. Eriyorum. Ama asla seni aydınlatamıyorum.
2 Eylül 2017 Cumartesi
Derin Aynalardan Düştüm Karanlık Sokaklara
Kendimle bir gece sokak başında yeniden tanışmak isterdim. Kendime aşık olmayı isterdim. Saatlerce kalbimle sevişebilmeyi... Çok isterdim.
Bu gece bir dar ağacı kurdum büyüttüğümüz fidanın dallarından, seni astım. Başında ağladım, kendimi vurdum. Beynimi delip geçen mermiyi erittim. Bir kale kurdum kendime erimiş çelikten. İpek çiçeklerinin beyaz taçlarına koydum kalemi. Surlarımı donattım büyüttüğüm güllerin dikenleriyle. Muhafızlarımı diktim mezar taşlarıma. Fare zehri döktüm topraklarıma daha fazla kemiremeyin beni diye. Kendimi hapsettim hapsolduğum yerde kendimi astım.Toprak mı daha susuz dudaklarım mı? Kirpiklerim düşüyor yanaklarıma. Ağlayamayan gözlerimin yeni isyan şekli bu. Böbreklerim ağrıyor. Böbreklerim taşlaşıyor. Vücudumun, kalbimin daha fazla taşlaşamayacağını anlatış şekli bu bana. Son demlerimdeyim. Sahte sevgiler ve değerlerden kaçmak için kaleler kurup kendimi terk etmek için kalenin surlarından atlayarak kendi kalemden kaçıyorum. Kendimden kaçıyorum. Sokak köşelerinde kendimi arıyorum kaçan ben değilmişim gibi. Her kenarda kendime bakıyorum. Aynalar boş. Aynalar derin. Duvarlarda silüetler beni izliyor. Duvardaki yüzler arasında kendimi arıyorum. Çirkin bedenimin içindeki o derin ruhu aradım. Sevişmek istedim kendimle. Çok istedim.
Derin aynalardan düştüm karanlık sokaklara. Sonsuz karanlık yansımalarıyla aynalar arasında gidip geldim. Kullanamadığım kelimelerden ibaret dudaklarım. Kaçak tütün tadı gelir hep öpüştüğümde dilime. Her baktığımda aynaya gördüm o kilidini cebimde unuttuğum hapishanemi. Kendimi sürdürdüm yine kendime. Ne haddinize bana ihanet etmek diye haykırıp kendimi sırtımdan bıçakladım. İhanetleriniz körelmiş. Keskinletip öyle gelin biraz.
Bu gece bir dar ağacı kurdum büyüttüğümüz fidanın dallarından, seni astım. Başında ağladım, kendimi vurdum. Beynimi delip geçen mermiyi erittim. Bir kale kurdum kendime erimiş çelikten. İpek çiçeklerinin beyaz taçlarına koydum kalemi. Surlarımı donattım büyüttüğüm güllerin dikenleriyle. Muhafızlarımı diktim mezar taşlarıma. Fare zehri döktüm topraklarıma daha fazla kemiremeyin beni diye. Kendimi hapsettim hapsolduğum yerde kendimi astım.Toprak mı daha susuz dudaklarım mı? Kirpiklerim düşüyor yanaklarıma. Ağlayamayan gözlerimin yeni isyan şekli bu. Böbreklerim ağrıyor. Böbreklerim taşlaşıyor. Vücudumun, kalbimin daha fazla taşlaşamayacağını anlatış şekli bu bana. Son demlerimdeyim. Sahte sevgiler ve değerlerden kaçmak için kaleler kurup kendimi terk etmek için kalenin surlarından atlayarak kendi kalemden kaçıyorum. Kendimden kaçıyorum. Sokak köşelerinde kendimi arıyorum kaçan ben değilmişim gibi. Her kenarda kendime bakıyorum. Aynalar boş. Aynalar derin. Duvarlarda silüetler beni izliyor. Duvardaki yüzler arasında kendimi arıyorum. Çirkin bedenimin içindeki o derin ruhu aradım. Sevişmek istedim kendimle. Çok istedim.
Derin aynalardan düştüm karanlık sokaklara. Sonsuz karanlık yansımalarıyla aynalar arasında gidip geldim. Kullanamadığım kelimelerden ibaret dudaklarım. Kaçak tütün tadı gelir hep öpüştüğümde dilime. Her baktığımda aynaya gördüm o kilidini cebimde unuttuğum hapishanemi. Kendimi sürdürdüm yine kendime. Ne haddinize bana ihanet etmek diye haykırıp kendimi sırtımdan bıçakladım. İhanetleriniz körelmiş. Keskinletip öyle gelin biraz.
1 Eylül 2017 Cuma
Sevda Dediğin Aynı Manzarayı Yakalama İşi
Çok tanıdıktı. Geçmişte hep var olduğunun kanıtıymışçasına onunla bütün hissediyordum ruhumu. Bir yandan da ilk kez keşfediyordum her zerresini, her noktanı, dudaklarını, gözlerini, kalbini... Elleri çok tanıdıktı. Ama onları ilk kez tutacakmışım gibi özlem ve merak duyuyordum içimde. Hatırlamayı en çok istediğim durağımdı. O durağı çoktan geçmiştim, ikinci turumda tekrar uğruyordum ama ilkinin anısı farklıydı hatırlayamıyordum. Ölüm gibiydi. Ne verirsen onu aldığın bir ölüm... Ölmeden asla bilemeyeceğim bir güzellikteydi. Korkunçtu ama yaşamadan. Bir yandan da o kadar huzurlu ve aslında hep bana aitti sanki gözleri. Hayat bir besteyse en can alıcı cümlesiydi sanki. Sessiz, huzurlu bir o kadar da saklı kalmış gözleri vardı. Söylemek için delirdiği ama hep içine akıttığı anılar haykırıyordu kirpiklerinin arasından dinlerken acıları.Bana göster yaralarını. Beni al içine ve oradan çıkmama izin verme. Hapsetme beni, orası evim olsun. Gözlerin benim evimin penceresi olsun, baktığın yerse manzaram... Kanamış kabuk bağlamış her yaranı bana da tanıt. Neyi, kimi ne kadar sevdin, neyi kaybettin gözyaşın kim için ne için aktı. Hangi acı için yumruğunu sıktın, o yumruğu ne için duvarlara atmak zorunda kaldın. Gözyaşların neden doldu, akıtmadın. Benden sana bir kalp doğruluyor içten içe. Ve benim lügatımda sevda dediğin yaraları en güzel tanıma sanatı, sevda dediğin farklı pencerelerden aynı manzarayı görebilmek... Sanatını benimle paylaş. Otur yanıma ve sanatını tanıt bana.
Soğuk
Yalnızlık mı koydun içindeki nefretin adını? Kendine olan nefretin mi bu yaratıcıya mı? Sevdin ve ihanet ettin. Her bıçak darbesiyle daha yüksek sesle kahkaha attın. Bu yurtsuzluğunu kime borçluyuz? Sevildin ve ihanete uğradın. Her bıçak darbesinde daha da ayağa kalktın. Misinanın ucunu elektrik tellerine bağla. Kuruğunu daha hızlı hareket ettir. Akıntıya ters git ve bir anda yüzeye fırla. Nefessizliğin verdiği huzuru hisset. Bıraktın mı ellerini yokluğa? Yokluğa mı dokundun varlıkla mı sarsıldın? Yoksa varlığı hissedişinin yok oluş endişesine karılışı mı bu tedirgin kırışıklıklar? Kara kedinin uğursuzluğuna inanacak kadar ahmak ama isyanına kulak asmayacak kadar ukalasın. Üşümüşsün. Bilinçsizlik ürpertisiyle dolusun. Duvarlar da sadık arkadaşlar değiller eğer yan odan doluysa. Göğe değil yere bak. Çünkü aslında oradasın. Gök yalnızca ölü ruhların bahçesi ve sen yalnızca çürümüş bir cesetten ibaretsin. Acıyacak bir kalbin bile yokken nasıl oluyor kalbinden küflü yaşlar dökülüyor? O yaşlar nasıl yüz yıllık elmasları oksitlendiriyor? Pasları çözüyor, ışıl ışıl demirleri paslandırıyor. Her doğduğumda tırnaklarım biraz daha kırılıyor tutunmaya çalışırken sana. Her öldüğümde biraz daha soğuyorum evrenden bedenim gibi. Kas katı kesiliyor dudaklarım sana her ulaşamadıkça ve donuklaşıyor bakışlarım bu buz gibi havalarda alev rengi saçlarım dalgalandıkça. Kanım mı daha kırmızı saçlarım mı, yoksa ağlayamamaktan kızarmış gözlerim mi? Ağlat beni. Ağlat ki bir toz zerresi kadar da olsa ısınsın kalbim tekrar. Göz yaşlarım çok soğuk! Üşüyorum...
Bu Bayım...
Unuttum. Her şeyi, herkesi. Kısa anılar ve silik yüzlerden ibaret koca geçmiş. Tüm aydınlığı unutup karanlıkları inatla saklayan zihnimle tüm kavgam. İblislere ve acıya aşık ruhumun iğrenç anılarla doldurduğu çeyiz sandığımı arıyorum. Hiçbir yerde bulamıyorum. Kalbim deliriyor. Zihnim bulanıyor. Ya yeşil gözlerini kaybederse zihnim? Özgürce koştuğum o yeşil kırları kaybetmek istemiyor içim. İçimi söküyor ne yazıktır ki beynim. Nefes alamıyorum bu belirsizlik telaşıyla. Unuttukça bulanıklaşıyorum hatırladıkça kirleniyorum. Ne var ki hatıralarımda seni bulamıyorum. Zihnimin her sokağını hızla inceliyorum. Kayboluyorum. Seni görüp peşinden koşuyorum. Tökezliyorum ve bir kol dolanıyor belimden düşmeme engel. Yeşilliklerinle göz göze geliyorum. Gözlerinden dudaklarına akıyorum ve yüzünü kaybediyorum. Uyanıyorum. Tekrar tekrar tekrar uyanıyorum. Her uyandığımda daha da uzaklaşıyorum. Kırlardan asfalta çakılıyorum. Betonu kırıyor gözyaşlarım. Kırılan parçalara doluyor sularım. Sularımdan çiçekler fışkırıyor. Çimenler dağılıyor dört bir yana. Çimenlerden seni buluyorum. Bir askerin kamuflajında buluyorum ellerini. Kopmuş ellerin. Ceplerime koyup ilerliyorum. Kanlı postallarını topluyorum ağaçlardan. Ve tüfeklerin topların dolu tarlalar. Barut kokulu tarlalar... Öptüğün her yoncaya hasretle sarılıyorum. Şarkı yükseliyor. Hüznüm artıyor. Özlemim şiddetleniyor. Dudaklarım, saçlarım, gözlerim kızarıyor. Anne sütü dolu bir küvette uyuyakalıyorum. Anne kokusunun verdiği huzurla uyurken annemin yokluğunu hissettiren o soğuk küvette titriyorum. Buz gibi anne sütünde donarak ölüyorum. Ve uyanıyorum. Tekrar tekrar tekrar uyanıyorum. Seni getirmiyor hiçbir rüya. Dönmüyorsun hep beraber ölecek olduğumuz o arabaya. Nüfus eksik, nüfus yarım. Öyle yarımım ki göz yaşlarım bile yarım. Öyle eksildi ki evren yeni bir patlama tasarlıyoruz Tanrıyla geceleri. Öyle öldün ki yıldızlar ölmüyor kara delikler sırra kadem bastı. Nasıl bir yok oluş ki bu tüm varlık felsefesi çöktü. Bu dogmatik sancının derin sarsılışıdır bayım. Bu Tanrının varlığının ve aynı oranda yokluğunun kanıtıdır. Bu yeşil gözlerinizin son yumuluşuyla evrene koca bir küfür ve aynı oranda ilan-ı aşkıdır. Bu Adaletin arayıp bulamadığı yerinin aslında nasıl hiç var olmadığının kanıtıdır. Bu göz yaşlarının basitleştirilmemesi adına yapılmış bir grev bu yokluğun huzuru, varlığın sancısı, aşkın ölümü, nefretin doğumu bu, bu, bu!.. Bu bayım sizin 21'lerle sınavınızın kaybı mı kazancı mı? Bu Tanrının bana uyarısı mı cezası mı? Bu bayım sizin zaferiniz mi ödülünüz mü? Bu son mu başlangıç mı? Lanet olsun bayım yetmiyor kelimeler ömrüme, yetmiyor kelimeler siz,bana , evrene. Yeni diller keşfed,n ve sonsuz olsun. Her acı için bir kelime olsun. Her yakarış için bir harf türetin. Lanet olsun ben artık konuşamıyorum bayım. Ben... Ben artık ölemiyorum bayım. Lanet olsun Tanrının lanetine kapıldım sürükleniyorum. Ben Tanrıya bu kadar aşıkken bu kadar büyük bir nefretle yaşayamıyorum. Dayanamıyorum...
İblis
Evreni yok edip zihnimde baştan tasarlıyorum. Ve katiyen bunun için sizden izin isteme lüksüne sahip saymıyorum kendimi. Kalplerini söküp aç köpeklerimin önüne atıyorum. Ne yazık size. Asırlardır aç mideler dahi kabul etmiyor konuşmuş kalplerinizi. Deli gibi içiyorum. Öfkeden başka duygu nedir bilmiyorum. Riyakar yüzlerinize tükürmek haricinde dudaklarımı ayırmaya yeltenmiyorum. Lağım çukuru kadar berbat ellerinizle saf bedenleri okşuyorsunuz. Elleriniz kadar kirli dudaklarınızla kırlarda aşk şiirleri okuyorsunuz. Adice! Haince tüm bu yüzsüzlükler Tanrıya ve evrene. Tanrının adaletini sağlamak için oyuyorum kalplerinizi bağrınızdan. Tanrının öldürdüğü çocukların hakkı için kirli ruhlarınızı yıkayıp mezarlıklara dağıtıyorum. Kulaklarımı sessize aldım. Duymuyorum sahte çığlıklarınızı ve gözlerimi bir korsana sattım görmüyorum acınası suratlarınızı. Zihnimde geberirken çektiğiniz acıları hissederken bir kahkaha da ben atıyorum üzerinize İblisle birlikte. Şeytani dünyanızın içinde kavruluşunuz en huzurlu kurtuluşum artık.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

