Saksımsaki çiçek kadar masum ve içten olsanız yeter. Artık o da yok zaten. En azından neden gittiğini biliyorum.
Biliyorum yine geç kaldım özür dilerim. Evet. Özür dileyince geçmediğini de biliyorum. Özür dileyince yeniden dirilmiyorsun. Sen bana beyaz çiçeklerini sunarken ben seni suyumdan esirgemiş bir canavarım sadece. Bunu da toprağını her gördüğümde sertçe suratıma vurmuyor musun zaten? Hayır sana bağırmıyorum. Aslında kendime lanet ediyorum bu sözlerle. Solan sen miydin ben mi? Bedenin miydi susuz kalan ruhum mu? Sen mi bendin ben mi sen? Toprağına mı aşıktın Suya mı muhtaçtın? Öldüğündeki koku muydu ruhunun sırrı yoksa ben mi ruhunun farkına varamadım? Ölümün farkına senle mi vardım yoksa hep benle miydi? Ölüyor muyuz her gece yoksa doğuyor muyuz her sabah?
Ben saçmalamıyorum, siz kalbime dokunamıyorsunuz. Bağırmıyorum, siz duyamıyorsunuz. Ağlamıyorum, çiçeğimi sulamakta geç kaldım.
Ben hep geç kalırım zaten. Belki bir randevuya, belki durağa, belki mutluluğa, belki hayata. Erken düşüyorum ama kalkarken hep geç kalıyorum ve acısı yüzüme vuruyor işte. Erken mi yaşlandım, geç mi doğdum bilmiyorum.
Kürtaj yasal olsaydı kendimi aldırırdım.
Neyse. Şarkıda da dediği gibi "Biraz yaram var ama geçecek bu gidişle."
(Emir Can İğrek- Beyaz)
Herkesin uğursuz deyip hor gözle baktığı oysa yalnızca kendi dünyasında yaşamaya çalışan o yalnız kara kediyim.
Blog Listem
28 Aralık 2016 Çarşamba
Neyse Ne
Günler dönmeden haftalara aylara mevsimlere girilmiyor ne yazık ki. Saatler dolmadan geçiremiyoruz zamanı. Yılı yıl yapan nasıl günlerse bizi biz yapan da dünlerimiz aslında. 1 yıl 365 gün müdür sadece? Yoksa 365 dün mü? Bir yıl 12 ay mı sadece? Ayrılıklar, pişmanlıklar, mutsuzluklar, belki mutluluklar, umutlar mı?
Bardağın dolu tarafından mı bakmalı boş tarafından mı? Acılarla dolu dünlerin zamanla geçmiş olmasını mı tercih edersin yoksa en mutlu günlerinin zamanla avuçlarından kayıp gitmiş olmasını mı? Bilmiyorum. Diyorum ya. "Geçmişine dönüp baktığında her insan pişmanlıklarla doludur. Yaptıklarından ya da yapmadığın şeylerden dolayı izi kalan pişmanlıklar... Hayatımız her zaman seçimlerle dolu ve aklımız her zaman seçmediğimiz seçeneklerde kalıyor. Hal böyleyken seçtiğimiz hayatı da yaşayamıyoruz. Bir tarafımız her zaman geçmişe takılı kalıyor. "
Geçmişte mi yaşıyorsunuz hala yoksa geleceği mi planlıyorsunuz geçmişi düşünerek? Ne farkeder? Hepiniz aslında o saçma dünlerinizden ibaret et parçalarısınız. Hepiniz dünsünüz. Yüzlerdeki o çizgiler, gözlerdeki hayal kırıklıkları, dudaklarınızdaki o sahte gülümsemeler geçmişin acı izleri. İnsanlar arasında kaybolurken aniden durup gözleriniz daldığında mutlu günlerin özlemini mi çekiyorsunuz yoksa pişmanlıklar ve mutsuzluklarınız mı aklınıza geliyor? Hangisi daha çok acıtıyor? Hayallerinizi mi yaşıyorsunuz planlarınızı mı? Yoksa hayalleriniz rüyalarınıza bile girmiyor mu? Planlarınızı alt üst eder kaderinizi mi yaşıyorsunuz mutluluklarınızı mı?
Neden sahtesiniz bu kadar? Aşklarınız, sevgileriniz, gülüşleriniz... Hayallerin bile birbirinin kopyası olduğu bu saçma dünyada neden o yüzdeki sahte gülümseme? Neden bu mutluluk oyunu evrende? Ölmek için yaşıyorken bunca kötülük niye? Kırdığınız kalplerin pişmanlıkları mı sizi yıpratan yoksa daha fazla kıramadığınız için mi mutsuzsunuz? İnsanları kandırdığınız için mi o sahte gülümseme yoksa kendinizi kandıramadığınız için mi o buruk gülüş?
Neyse ne... Canın cehenneme.
Geçmişte mi yaşıyorsunuz hala yoksa geleceği mi planlıyorsunuz geçmişi düşünerek? Ne farkeder? Hepiniz aslında o saçma dünlerinizden ibaret et parçalarısınız. Hepiniz dünsünüz. Yüzlerdeki o çizgiler, gözlerdeki hayal kırıklıkları, dudaklarınızdaki o sahte gülümsemeler geçmişin acı izleri. İnsanlar arasında kaybolurken aniden durup gözleriniz daldığında mutlu günlerin özlemini mi çekiyorsunuz yoksa pişmanlıklar ve mutsuzluklarınız mı aklınıza geliyor? Hangisi daha çok acıtıyor? Hayallerinizi mi yaşıyorsunuz planlarınızı mı? Yoksa hayalleriniz rüyalarınıza bile girmiyor mu? Planlarınızı alt üst eder kaderinizi mi yaşıyorsunuz mutluluklarınızı mı?
Neden sahtesiniz bu kadar? Aşklarınız, sevgileriniz, gülüşleriniz... Hayallerin bile birbirinin kopyası olduğu bu saçma dünyada neden o yüzdeki sahte gülümseme? Neden bu mutluluk oyunu evrende? Ölmek için yaşıyorken bunca kötülük niye? Kırdığınız kalplerin pişmanlıkları mı sizi yıpratan yoksa daha fazla kıramadığınız için mi mutsuzsunuz? İnsanları kandırdığınız için mi o sahte gülümseme yoksa kendinizi kandıramadığınız için mi o buruk gülüş?
Neyse ne... Canın cehenneme.
26 Aralık 2016 Pazartesi
Göz Kapakları Kapanmak İçin
Hiçbir şey yapmıyorum. Yatmak ve arada midemi susturmak için bir şeyler yemek dışında... Hiçbir şey yapmamama rağmen çok yorgunum. Tüm dünyanın yükünü sırtlanıyormuşçasına yorgunum. Göz kapaklarım düşüyor yavaş yavaş. Ya ben bu dünyadan geçiyorum ya da bu dünya benden çoktan geçmiş. Unutulmuş gibiyim. Beni unutmuş bir şeyler var ya da birileri.
Kaybediyoruz. Kazandığımızı sandığımız ya da sandırıldığımız her şey aslında bizi bizden eden, bizi yarım bırakan koca kayıplar. Bir aşk kazandık sanarken gidişiyle kaybettiğimizi görüyoruz. Bir yaşam kazandığımızı düşünürken; ölümle, kaybetmek için hayatın bize kazandığımızı düşündürdüğünü anlıyoruz.
Cezalandırıyorum. Canımı yakan herkesi cezalandırıyorum. Kırılacakları, tükenecekleri beni yaktıkları gibi yanacakları her şey için kendi canımı binlerce kat daha fazla yakıyorum.Güvendiğim inandığım herkesi bana yaptıkları için kendimi ise hala verdiğim değer ve içimde itiraf etmeye korktuğum sevgim için cezalandırıyorum.
Affet beni. Vicdanımı, yaralarımı açamadığım için, benden nefret etmeni sağladığım için dünya.
Kaybediyoruz. Kazandığımızı sandığımız ya da sandırıldığımız her şey aslında bizi bizden eden, bizi yarım bırakan koca kayıplar. Bir aşk kazandık sanarken gidişiyle kaybettiğimizi görüyoruz. Bir yaşam kazandığımızı düşünürken; ölümle, kaybetmek için hayatın bize kazandığımızı düşündürdüğünü anlıyoruz.
Cezalandırıyorum. Canımı yakan herkesi cezalandırıyorum. Kırılacakları, tükenecekleri beni yaktıkları gibi yanacakları her şey için kendi canımı binlerce kat daha fazla yakıyorum.Güvendiğim inandığım herkesi bana yaptıkları için kendimi ise hala verdiğim değer ve içimde itiraf etmeye korktuğum sevgim için cezalandırıyorum.
Affet beni. Vicdanımı, yaralarımı açamadığım için, benden nefret etmeni sağladığım için dünya.
12 Aralık 2016 Pazartesi
Tenhalaştırdıklarımızdansınız
Yalnızız ve yalnızlıklarımız insanlarla dolu. Koca kalabalıklarda boğulan, ruhu çoktan intihar etmiş boş bedenlerden ibaretiz aslında. Terkedilmiş rutubetli kırık dökük boş bedenler... Herkesin birilerine kini nefreti kırgınlıkları var ruhlarını emip bitirmiş.
Milyonlarca yalnız var şu yer yüzünde. Sevgiye aç, mutluluğa muhtaç, yalnızlıktan korkan milyonlarca yalnız insan...
Yalnızlıktan bu kadar korkarken nasıl bu kadar yalnız kalabildik? Nasıl böyle tenhalaştı yüreklerimiz ve o yüreklere girmek isteyen her şeyi, herkesi o tenha ve karanlık sokaklarımıza hapsedebildik? Belki biz birinin sokağında karanlıklara hapsolduk, belki bizim sokağımıza giren birini karanlıklara hapsettik. Ya birileri sevgimize kördü bizi göremedi ya da biz başkalarının sevgilerine kördük onları göremedik. Ne olduğu çok da önemli değildi zaten. Tek sonuç kaldı avuçlarımızda. Kalabalıklar içinde yalnızlaştık.
Hepimiz tenhalaştık.
10 Aralık 2016 Cumartesi
Papatyalar Ölünce Kokar
Bilirsin ölünce kokar papatyalar. Tüm ömrünün güzelliklerini içinde saklar bir papatya ve bu dünyadan göçerken yayar etrafına tüm sırlarını. Ölüm kokusudur benim için papatyalar. Ölümü hatırlarım her papatya demetinde ya da bir yaprağının elimdeki hissinde. Bir bedenin içine hapsolmuş ruhum olduğunu hatırlarım. Bilmem nedendir bir ölümün böyle güzel hatırlanması. Sahi sevgilim anlatsana neden ölürken bu kadar güzel kokar bir papatya? Hapsolduğu yerden çıktığı için mi kavuşacağı biri olduğu için mi? Yoksa ölümü hatırlatmak mı ister her bir boynu bükük yaprağı?
Kim bilir belki.
Evet ölüm sevgilim. Ellerimden kayıp gitmenden farklı bir şey bu. Bu senin artık bu dünyaya ait olmayışının adı. Senin kurtuluşun benimse sensiz geçireceğim tutsaklığımın adı. Kalbinin bana ait olmayışından ziyade artık o kalbin kalbimle aynı dünyada bile atmayışı demek ölümün. Ya da ölümüm... Eğer sevgilim. Olur da durursa kalbim kalbinden önce, papatyalar getir toprağıma demet demet. Affettiğim ama hiç bilmediğin acılarımı hatırla. Toprağım acılarım değil ölümün güzelliklerini gösteren papatyalar koksun. Toprağım acılarım değil papatyalar gibi ölüm koksun.
8 Aralık 2016 Perşembe
Bataklık
Sadece eğlenmek için atladığım bir su birikintisiydi. Yalnızca bir su birikintisi… Ne kadar zarar verebilirdi ki diye düşündüm. Batmaya başladım. Battıkça aslında atladığım şeyin bir su birikintisi değil bir bataklık olduğunu anladım. Artık geç kalmıştım bunu fark etmekte. Yüzerek çıkamayacağım kadar çok girmiştim çamurlara. Zira yüzecek gücüm de kalmamıştı. Çırpındım. Kalan son gücüm yalnızca çırpınmama yetecek kadardı. Ama bataklık bu; çırpındıkça battım işte. Sonunda bıraktım kendimi bataklığın o ürpertici kollarına. Salyangozun kumda ilerlemesi gibi yavaşça gömüldüm ve ölümümü beklemekten başka bir şey yapamayacağımı gördüm. O eşsiz ve korkunç ölümün beni de diğerlerini aldığı gibi alıp götürmesini beklemeye karar verdim ve ölene kadar gökyüzünü, yıldızları izlemenin keyfine varacaktım. Madem ölüyor ve tükeniyorum yanımda götürebileceğim ve “Ben de yaşadım!” diyebileceğim bir an olmalıydı.
O bataklık
içine ne aşklar ne güzellikler ne masumiyetler çekmişti. İçine aldığı her şey
artık ölümden, hastalıktan, acıdan ve hayal kırıklıklarından başka bir şey
değildi. Mutluluklarla beslenerek büyüdü. Önce bedenimi içine aldı. Çürümüş bir
bedenin içinde solmuş bir kalpti artık içimdeki. Ardından ruhumu emdi.
Duygularımı ve mutluluğumu çekti diplerine. Artık buradan kurtulamazdım. Ölümü
beklemekten başka ne yapabilirdim ki? Bir mucize çıkarabilirdi beni yalnızca
buradan.
Dediğim gibi
bir mucize. Tıpkı denizdeki kumlardan kusursuz bir inci yaratan midye gibi.
Peki o İnci doğup beni buradan almaya gelirse?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)