Blog Listem

17 Nisan 2017 Pazartesi

Ne Denir ki?

   Ardından sordu: "Ankara nasıl, sen nasılsın?" Ne denirdi ki? Aynıydı. Aynıydık. Ankara her zamanki gibi gri. Bense... Bense siyah. Griliklerinde rengarenk hayatlar saklayan ve o renkleri gittikçe solduran şehir, beton şehir Ankara'ydı işte. Betonları mı yoksa insanları mı daha gri, daha soluktu bilmiyorum. "Eh!" demekle yetindim. Ehti çünkü. "Eh! Ankara da ben de aynıyız." Neden ehti? Sorun mu vardı?
Tabii ki sorun vardı. Başlı başına dünyaya gelmiş olmam bile sorundu aslında. Hatta bu Dünya'nın var oluşu, o saçma patlama, evrimselleşmeye ayak uydurup insanın şu anki haline gelişine katkıda bulunmuş her varlık başlıca bir sorundu gözümde.
    Bir beynimin, bir kalbimin oluşu sorundu. Gözlerimin kulaklarımın oluşu yeterli bir problemdi. Bunca rezaleti görmem duymam farkında olmam bana acıdan başka bir şey katmıyorken insanların mutlu oluşu ve mutsuzluğumu sorgulamaları sadece öfke yaratıyordu benliğimde biraz daha.

    Zamanın var oluşunu ve aynı hızla yok oluşunu izlerken sorulması gereken tek şey buydu zaten: "Ya sen? Ankara bile bu kadar griyken sende hiç sorun yok mu?"

11 Nisan 2017 Salı

Evrenden Gözyaşlarına Uzanmak

    Hep geç kalırım ben. Bir dolmuşa, belki bir trene ya da bir durağa. Yetişecek gibi olurken önümden geçip giden hayatı izlerim. Sadece izlerim. Resmen şu an olan şeye vereceğim isim işte. Geç kalmışlık hissi... Bir var olamayış hikayesi... Hikayenin sonuna gelmişken öyküye dahil olmak isteyen üçüncü tekil şahıs. Benim o. Benim olmayışımın kanıtısın sen de hayatındaki diğer her varlık gibi. Var olamayan yalnızca benmişim gibi içiyorum. Gibisi yok. Varlığımı kendi bedenim dahilinde hiçbir habitatta hissedemedim. Geç kaldım yaşama. Evrenin sonuna doğru akıttım gökyüzünden gözyaşlarımı. Yine bir geç kalmış gözyaşıyla düştüm doğa ananın kollarından anne rahmine. Kanlı bir kalbe düştüm. Kirli kanlarla dolu bir kalbe. Hadi ama sevgili. Reddedemezsin ruhundaki var oluşsuzluğumu. Geç kaldım ruhuna, zihnine, kalbine... Kısacası sana. Yine. Hep geç kalırım çünkü ben hayatta. Belki bir dolmuşa belki bir durağa ya da hayata. Sen senden vazgeçtin, bense sana düştüm. Yetişemedim umutlarla dolu kalbine. Elimde kanayan bir kalple tanıştım seninle. Sana geç kaldım. Kirli kanlarla doldu kalbim. Temiz bir ruh sunmak için koşmadım sana.
    Ve yine yetişemedim. Ne sana ne kendime... Sabahlara yetişemedim geceler doldu içim. Sabahlara yetiştiremedim sevdiğim kalbi, geceler doluydu ona vardığımda içi.
    Kaç gece sürer bir gözyaşının evreni gezip gözlerine dokunması? Ağla sevgilim çünkü ben sana geç kaldım. Gözyaşlarını akıtamam belki ama senin yerine okyanuslar boyu ağlayabilir kalbim. Çay içeriz. Sigaralar içeriz geceler boyu. Ne kadarsa acımız o kadar çok içeriz. Yetişemem ruhuna ya da akamayan gözyaşlarına belki. Yetişemem hep geç kalırım ben. Ama yetişemediğim her can acın kadar kanatırım kalbimi eğer sen dilersen. Dans ederiz, yaşam kavgasını kirlilere at. Yetişemem ayaklarına. Boşver ben hep geç kalırım hayata ama şimdi biraz yavaşla. Yelkovanı çöpe at, acılarını yak bırak dans edelim közlerinde. Ne kadarsa acılarımız o kadar dansedelim. Gerekirse sonsuzluk kadar. O yetişilememiş eski sonsuzluğu yok etmek için  yakalım tabanlarımızı. Hadi şimdi biraz yavaşla bedeninden ruhuna açılan kapıya yetişmek için uzanmam lazım.

7 Nisan 2017 Cuma

Unutulmuş Bir Ölü

    Daha derin nefes alıp daha çok acı çekerek kendimi hayatın güzel olduğuna inandırmaya çalışarak intihardan vazgeçmeyi deniyorum. Bir kez daha ipten kurtarılıp biraz daha delirmemek için mutluluk ceketimi atıyorum omuzlarıma. Bir sigara daha yakıp karanlık caddede ilerliyorum. İlerliyorum, ilerliyorum, ilerliyorum. Daha ileriye, daha karanlığa, daha ıssıza, daha geceye... Belki bir sabah ölüm bile bulunamaz paramparça unutulur giderim diye her gece sigaramla daha ıssıza kaçıyorum ve sabah yatağımda uyanıyorum. Ölemiyorum. Ölmek için uğraşırken beni hayatta tutan şu dünyaya sadece delirerek cevap verebiliyorum. Delirdikçe dumana karışıyorum duman bana dokundukça deliriyorum. Kararıyorum. Her dakika biraz daha kararıyorum. Akmayı bile beceremez olmuş gözyaşlarıma artık katlanamıyorum. Yükten başka bir bok olmayı beceremeyen kendime katlanamıyorum. Ardımda bırakabileceğim güzel tek bir şey bile kalmamışken kendime pislik muamelesi yapmadan edemiyorum. Bedenimden ziyade ruhuma dokunan kimse olmadığı gibi yine kendi ruhuna erişemeyen bir benle yaşayamıyorum. Bir bedenim var caddede bir de kapana kısılmış ve asla dokunamadığım o karanlık ruhum. Zira artık varlığından bile şüphe ediyorum. Ben bu sevgisiz dünyada daha fazla nefes alamıyorum. Ne var ki kendimi daha fazla bu sahte dünyanızın güzel bir yer olduğuna ikna edemiyorum.
Ben sonsuzluk istiyorum. Geldiğim ormanıma dönmek, bu asfalt dünyanızı terketmek istiyorum. Sadece şiirlerde yada eski siyah beyaz filmlerde gördüğünüz sonsuz aşklarınızın gerçeklikteki sahteliğinden kaçmak beni babam gibi seven adamın kollarında saklanmak istiyorum. Ben daha fazla dans edemiyorum indirin pistten. Bu zemin en az sizin kadar kaygan. Bırakın kolumu bayım ya da sevin beni sonsuzlukla beraber. Ya benimle beraber in pistten ya da bırak dar ağacıma gideyim. İskarpinlerim sizin olsun ben kırmızı pabuçlarımı istiyorum ya da dokunmak bir mezar toprağına yalın ayak. Ya ver kırmızı pabuçlarımı bana ya da bırak tek gideyim mezarıma yalın ayak. Ölüyorum. Dudaklarıma eğil ve hızlandır biraz.

6 Nisan 2017 Perşembe

Anlayabilirseniz

    Değişir kadınlar efendim. Hem de sürekli bir değişim barındırır bünyeleri. Kalpleri, gözleri, bakışları, elleri, saçları... Bir bakışta değişir bazen, huzurlu bir kokuda küçük kız çocuğu olur anne kucağındaymışçasına. Kırmızı pabuçlarıyla gelir tutarlar ellerinizi. O çimlerde özgürce koştukları nadir özgür hissettikleri anılarıyla gelirler size. Babalarının aldığı ilk aşk dolu öpücüklerini aldıkları o kırmızı pabuçların geldiği saflıkla aşkla gelirler. Huzurla aşkla atlarlar kucağınıza, taşıyabilirseniz. Saf ve temiz gözlerle bakarlar gözlerinize, görebilirseniz. O kalplerine geçirdikleri taştan zırhı çıkarıp girerler kalbinize, girmesine izin verirseniz. Velhasıl değişip gelirler size, sevebilirseniz. Sevdikçe daha çok değişirler. Kırıldıkça da değişir bir kadın. Siz dallarını kestikçe o dikenlerini uzatır size, dayanabilirseniz.Gözyaşlarında boğarlar sizi, yüzemezseniz. Velhasıl değişip giderler sizden, katlanabilirseniz.
    Olgunlaştırırlar kadını, taşlaştırırlar. Yanisi... Değişirler işte, kadın sonuçta. Değişmek zorunda kalırlar. Hep giderler kadından. Seviyorum der giderler, gitmem der giderler, bir şey söylemeden çeker giderler, boş bedenlerini bırakıp kadına ruhlarını alır giderler. Giderler ve değiştirirler kadını. Yarım kadınlar dolar dünya. Giderken kadının yarısını da götürürler çünkü. Yarım kalbiyle sevmeye yaşamaya devam eder kadın. Yarım dudaklı, eksik gülüşlü, yaşama sevinci çalınmış kadınlar değişmeye devam ederler. Seviyorum diyen adamın gözündeki, unutamadığı o yarım kadını görüp sevmeye devam eder. Yarım bıraktığı ama sevmeye devam ettiği diğer kadını bilerek yarım kalbiyle sevmeye devam eder; sevişmeye, kaybolmaya, taşlaşmaya, kanamaya devam eder. Değişir kadınlar. Eh! Kadın işte değişir her kadın biraz. Eksik kalır her kadın biraz. Sigara dumanının arasından çıkar yarım suratı. Eğilip rakı bardağına uzanır kadın. Bir yudum alıp oradan adamın dudaklarına akar. Ama hep yarımdır bir kadın. Yarım öpüşüyle dağılmış kırmızı rujlu dudakları, rimelleri akmış mor gözleri, belki sarı belki siyah belki olmayan saçlarında uyutur adamı ama hep eksiktir saçları kadının. 
    Değişir kadın ne var ki saklar hep kırmızı pabuçlarını kalbinde. Annesinin saçlarından koparıp saçlarına taç yaptığı papatyalarını hep saklar bir kadın. Gözyaşlarını sakladığı yağmurları unutmaz kadın. Hikayelerini hep saklar. Yarım kalmış hikayeler, pis yağmurlar, rengi solmak bilmeyen kırmızı pabuçlar, kurumuş papatyalar, yarım bir dudak, kırık bir kalp... Belki korkak, belki yorgun ama kesinlikle yarım kalan kadınlar...
    Ah kadın! Kaybettikçe, kazandıkça değişen kadın! Sevse de kaybetse de yaş atladıkça adına bir "Orospu!" daha eklenen kadın! Sevse de sevilse de, uğruna ölse de ölünse de adı hep ama hep fahişe kalacak olan kadın! Kadınlar! Orospu çocuklarının, piçlerin namussuz anneleri orospu fahişe kadınlar! Kalbi, bedeni bembeyaz olsa da sevmek dedikleri şeye fahişelik diyen adam olmayan adamların lekelediği kadınlar! Değişen kadınlar...
    Değişir kadınlar. Her gece, her sabah, her sarhoşlukta, her sigarada belki de her acıda azar azar değişir kadınlar. Hayal kurar değişir, bir baba öpücüğüyle değişir, belki de bir babanın yok oluşuyla değişir, annesinin her gözyaşında değişir, aşık olur değişir, sevilmez değişir, ondan giderler değişir, gerçek aşkının kucağına ilk verildiği anda anne olmanın sarhoşluğuyla değişir. Onu sigara başlatan nedenler arasında kaybolurken değişir, her sarhoşluğunda bir miktar değişir, sever değişir, sevilir değişir, ölüme koşarken değişir. Ama mutlaka değişir. Belki iyi gelir bu değişim belki de kötülükler arasında kaybolur değişirken ama mutlaka değişir ve genelde iyileştirmezler kadını. Kadın kaybolur adam sandığımız adamlar da çeker gider. Velhasıl anlayabilirseniz eğer kadınlar değişir.