Blog Listem

14 Ocak 2017 Cumartesi

Çamurdan Kalp

 



Çeşit çeşit dert, yüzlerce aşk, binlerce çile, milyonlarca nefret ve tek bir gülüş... Yıllarca bataklıktan çıkmak için çırpınırken oradan çıkmanızın tek yolunun size uzanan bir el, kalp olduğunu çok geç farkedebiliyorsunuz. Ne yazık ki bu yalnızken farkedilecek bir olay değil. O gülüş karşınıza çıkmadan bataklığın neresinde olduğunuzu bile anlayamayacak kadar çaresiz oluyorsunuz. Ardından biri elinde aynayla önce nasıl bir bataklığa saplandığınızı yüzünüze vuruyor. Kendinizi diplerde görmenin şaşkınlığı ve acısıyla kıvranırken aynanın içinden elini uzatıp sizi ordan çıkarmayı teklif ediyor. Kirli elleriyle size gelen insanlardan farklı bu. Zaten kirlenmiş o ellerle sizi bataklıktan çıkarmayı teklif edip tekrar bataklığın derinlerine sizi atan insanlardan farklı. Aynadan çıkan o tertemiz elin sahibi, gerekirse o elleri bataklık çamurlarına batırmaya sizle çırpınmaya razı gözlerle bakıyor size, kalbinize...

    O çürümüş sandığınız kalbin yerinde olduğunu hissedebiliyorsunuz. Oraya dokunan insanların size şefkat değil riyakarlıkla yaklaştığını anlıyorsunuz. Ne çok kırılmışsınız bu zamana kadar aslında o gözlere baktığınızda anlıyorsunuz. Ne çok kirletilmişsiniz o ruhsuz, hissiz eller ve dillerle. Ne çok küçülmüşsünüz sizi süzen o iğrenç gözlerle. Kinin, nefretin, bencilliğin dolu gibi üzerinize yağdığı bir cehennemde nasıl ve nereden geldiğini anlayamadığınız bir güneşin doğduğunu farkediyorsunuz. 

    Korku mu, umut mu, sevinç mi, endişe mi?.. Tekrar kırılmaktan mı korkuyorsun yoksa? Bataklığın daha diplerine batmak mı korkutuyor gözünü?

    Boşver daha ne kadar çamurla dolabilir ki ciğerlerin?

11 Ocak 2017 Çarşamba

Dünya Tipi Cezaevi


Uzun zamandır buraya ait olmadığımı hissediyorum. Burası; bu dünya, bu yüz yıl, bu insanlık ya da siz ne derseniz. Kötü bir cadı beni lanetlemiş ve beni uyandıracak şey beni bulana kadar uyuyacakmışım gibi. Sanırım o sırada kabuslar görüyorum.

Bir prenses de değilim ama sanırım cadıyı çok kızdırmışım. Hayatımın aşkının beni gelip bir kuleden kurtarmasıyla da geçecek gibi değil.  Öyle koca ejderhalar ya da timsahlarla korkutulmuyorum. 

Vücutları bana benzeyen yaratıklarla kaplı bir habitattayım, kirli ruhlar mahallesi burası. Gösterişli hayatlar içinde sahte ve kokuşmuş kalpler var. Umutları ve güzellikleri sömüren insan görünümlü canavarlar. Güzel gülüşleri, şefkat dolu sözleri ile içinizi görmek için sizden izin isteyip yaşama sevincinizi, mutluluklarınızı bir bir çalarak beslenen ve büyüyen korkunç varlıklar. İnsanlar... O kirli ruhlarını, kalplerini sizden saklayıp; ruhunuzu, beyninizi, kalbinizi, bedeninizi fethederek; dikenlerini ruhunuza salarak acı cekişiniz karşısında nefret ve zevkle sizi izleyişlerini sessizce seyrettiriyorlar. Tek tepkiniz o acıya karşı açığa çıkardığınız göz yaşlarınız, öfkeniz ve kırgınlığınız oluyor.  

O haketmediğiniz dikenler öyle yakıyor ki canınızı acıyı yok etmek için ne yapmanız gerektiğini bilemez hâle getiriyor acı sizi. Deliriyorsunuz. Delirdikçe öfkeleniyor, öfkelendikçe kırılıyorsunuz güvendiğiniz o insanlara. Önce size bunları yaşattığı için,ardından size bunları yaşatan o canavara nasıl güvenliğinizi düşünerek geceler boyu lanetler ediyorsunuz kendinize. Evet gece. Geceler... Yani karanlıklar, sığınaklar, kuytular, sığınakları buraya lanetlenip atılan insanların. 

Öfkelerle kırgınlıklarını tartma vakti bu gece. Şimdiki gibi. Bu gece, dün gece, her gece... Senin canavara dönüşmeden önceki özlem dolu her gecen gibi bu da benim her gecemden sadece biri. 

Gecelerimi ağır aksak ilerleten diken yaralarımı acısını öfke ve nefretle azaltırken kırgınlıklarım daha çok yaktı canımı hep. Öfkem mi ağır bastı kırgınlıklarım mı bilemedim hiçbir zaman. 

Özlemimi bastıran geceler hediye etti bu dünya bana. Sanırım canavarlaşıyorum artık. Ama hala karar veremiyorum öfke mi bendeki yoksa kırgın mı ayrılıyor yüreğim sana.

3 Ocak 2017 Salı

Görsen Tanırsın

Uyuyorsun. Belki de çok başka diyarlara seyahate hazırlanıyorsun. Kolların bedenimi sarıyor ama aslında çok uzaktasın. Anlıyor musun anlamıyor musun? 

Afferdersiniz bayım. İçimdeki çocuğu kaybettim, gördünüz mü hiç? Benim gibi siyah giyimli değildir kendi. Kırmızı pabuçlarla yeşil çimlerde koşan, buz gibi o beyaz karlara çıplak elle sevgi gösterisinde bulunmaktan çekinmeyen bir kız. Hayır mı?  Oysa muhakkak yakınınızdan geçmiş olmalıydı. Elinde rengarenk bir şemsiyesi vardı. Şemsiyesi asla açılmazdı. Aksine yağmur görünce ıslanmak için delicesine çırpınırdı. Görüşelim bir ara derdi bana. "Görüşelim mutlaka ve anlatayım sana. Dünya sen gibi karanlık değil muhakkak ikna olacaksın." Ben ne kadar siyahsam o, o kadar renkliydi. Göz altlarımda ne kadar hüzün birikmişse yanaklarında o kadar neşe dolu allar vardı. Ben ne kadar karanlıksam o, o kadar aydınlıktı ve karanlıktan korkardı. Bu yüzden beni terketmiş olmalı. 

Hayır bayım mutlaka görmüş olmalısınız inanın. Çünkü kaçıp sığınacağı tek aydınlık sizin içinizdeydi.

Afferdersiniz bayım. İçimdeki çocuğu kaybettim, gördünüz mü hiç? Yağmur dolu gözlerinden tanırsınız.